Mersin’in Sesleri – I. Bölüm

Mersin’in Sesleri – I. Bölüm

ABONE OL
Mayıs 29, 2021 14:16
Mersin’in Sesleri – I. Bölüm
2

BEĞENDİM

ABONE OL

*

İhsan TOKSÖZ

Önceki yazılarımdan birinde, Mersin’in Renkleri konusunu işlemiş ve doğadaki renklerin Mersin insanını – seçici bir yaklaşımla– nasıl olumlu (!) etkileyebileceği konusunda ahkâm kesmiştim.

“Ahkâm kesmiştim” diyorum çünkü gözlemlerim, varsayımlarım naif bir çıkarsama güdüsü ile kaleme alınmıştı. Mersin’e bir güzelleme olarak algılandı ve doğanın güzelliklerini görebilenlerce oldukça beğeni topladı.

Bu kez de “Mersin’in Sesleri” konusunda yazayım dedim. Beş duyumuzdan biri olan işitme sayesinde çevremizle ilişki kuruyoruz. Bu yüzden çevremizdeki seslerin bizleri nasıl “olumlu” etkilediği konusu ilginç olabilir diye düşündüm.

Örneğin, sonradan olma bir Mersinli olarak ben Arap Bülbülü’nün (Pycnonotus xanthopygos) kalbe huzur veren şakımalarından büyük keyif aldığımı söyleyebilirim. Serçeden biraz büyükçe, 19-21 cm. civarında, yetişkinleri 36-38 gram ağırlığında olan, meyve bahçeleri, bostanlıklar ve doğası kirlenmemiş, yeşilliği ve ağacı bol kent kesimlerinde yaşayan bu kuş, günümüzde artık betonlaşan Mersin’de kentin içinde pek yaşam alanı bulamıyor. Bugün kent dışında yaşayan Mersinliler halâ Arap Bülbülü sesiyle uyanabiliyorlar.

Kentin kuruluşundan itibaren Arap Bülbülü sesi ile uyanan Mersinlilerin “hoşgörü” kimliğinde Arap Bülbülü sesinin olumlu bir etkisivar mıdır acaba?

Aaa, buraya kadar iyi gittik!

Biraz şeyy… zorlamalı oldu ama…

İnsanı “olumlu” etkileyebilecek başka ne gibi sesler var Mersin’in doğasında?

İşte burada tıkandım.

Aklıma Akdeniz’in kıpır kıpır sahile vuran, dinlendirici dalga sesleri geldi birden. Öff! Fırtınalı günlerde sahil yolundaki dolgu kayalara vuran beton bariyerleri döven dalgalar ne olacak peki?

Arıyorum, güzel ses arıyorum usumda.

Begonvillere, boru çiçeklerine konan arı vızıltıları…

Muhtelif kanyonlardaki çavlanların dökülüş ve aşağıdaki suya vuruş sesleri…

Derelerin şırıltıları…

Bunlar her yerde var yahu!

Daha, daha ilginç sesler lâzım bana…

Usuma hiç güzel sesler gelmiyor…

Gök gürültüleri, palmiye dallarını kıran fırtına…

Birden beynimde bir ampul yanıyor.

Şairane bir fikir geliyor aklıma:

Dostum Mustafa Eser’in

“Mersin / Binbir Kelebek” fotoğraf albümünde belgelediği,

Yöremizde bulunan 150’den fazla türde

Kelebeklerin kanat (!) sesleri…

Nasıl ama?

Kendi buluşuma kendim hayran

Bir fiyonk yerleşiyor dudaklarıma.

Dur yahu hemen sevindirik olma!

Kim duyabilir kelebeklerin kanat seslerini? 

Bir tek dostum Fazıl,* belki

Geceleri kalkar şiir yazar kendisi

Ben en iyisi

Bir daha düşüneyim şu ses işini

Mutlaka “güzel ses” olması gerekmez ki

Atlayalım şimdi daldan dala

Eski çağlara uzanalım.

Ses kaynağımız: Antik Kilikya

Kayıp sesler ülkesinden

Öyküler anlatacağım size

Yeni seslere gebe

Bu yazımda çuvalladım ama

Toparladım ikinci yazımı kafamda

Zaman gerekiyor biraz daha.

Şimdilik izin verin bana

Gidiyorum iskambil kâğıtlarımı yeniden karmaya

Sahnemiz Kilikya!

***

KİLİKYA

Bizler, bugün üzerinde yaşadığımız, eskiçağlardan günümüze kadar sürekli iskân gören antik Kilikya (Çukurova) bölgesindeki çeşitli dönemlerden günümüze ulaşan onlarca ören yerinin ve mitolojik öykü-söylencelerin ne denli bulunmaz bir kültür madeni olduğunun bilincinde değiliz.

Mersin’in içindeki MÖ. 7000’li yıllara giden Yumuktepe yerleşimi, prehistorik, arkeolojik değerlerimizin – şimdilik – ön referans noktası. Yani bölgede yaşam 9000 yıldır sürüyor. 

Bölgeye KİLİKYA isminin verilmesi taa Hititler dönemine kadar gidiyor. Bu ismin kullanılması yıllardır tu kaka edilmiş. Kilikya isminin Ermenilerce bölgede kurulan iki küçük krallığa isim babası olması şovenist, duygusal – bölgenin tarih öncesi gerçeklerini bilmeyen, bilse de saptıran kişilerce yıllarca engellenmiş, engelleniyor. Oysa Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında parlamentoya giden “Kilikya mebusları var.

Burada tekrar altını çizmek isterim. Kilikya isminin, yaygın kullanılmasının engellenmesi ve bu beyan edilmeyen, toplumsal baskılı – adeta zorunlu yasağa uyma “tercihi” bizim yanlışımızdır.

Dünyanın herhangi bir yerinde antik, etnik bölge isimlerinin yerine yeni isimler konulması o bölgenin uluslararası tarihsel tanınırlığını, bilinirliğini olumsuz yönde etkiliyor. Ancak bu, bölgenin dünya akademik kültür haritasında eski ismiyle anılmasını engelleyemiyor.

Sorarım size; Kapadokya diyoruz da neden Kilikya diyemiyoruz bölgemizin tanıtımında? Turistik çağrışımları çok daha güçlü bu ismin. İtirazım yok, yerel coğrafi bölge ismi olarak “Çukurova” da isim-anlam içeriği ile güzel [L1] bir bölge tanımlaması sunuyor bize. Ancak bu ismin yanında en azından turistik bölge referans ismi olarak Kilikya adının sıklıkla ve tercihan kullanılması bölgemizin uluslararası tanıtımında yarar sağlayacaktır.

“Makinist seees!” diye mi bağırıyor birisi?

Yahu “ses” konusuna sonra döneceğiz dedik ya! Bekleyin biraz. Araç giderken aküsü dolmuyor mu? Ben de yazarken şarj oluyorum.

Herhangi bir bölgede en son oturanlar, önceki toplumların kültürel mirası üzerinde yaşıyorlar. Bunu içselleştirmek, o kültürlerin uzantılarını yeni yaşam içinde bulmak, kullanmak ve geliştirmek son toplumun kültürünü zenginleştirir ancak. Konuya böyle bakmak evrensel değerlerin korunması ve geleceğe kayıtlarla aktarılması çok önemlidir.

Somut mimari eserlerin restore edilmesi, arkeolojik bulguların kayda alınması, müzelere taşınması, tekrar günlük yaşamın içine sokulabilecek soyut değerlerin yaşatılmasına katkı sunmalı insanlar.

Ne kadar ütopik geliyor sizlere değil mi? Biliyorum. Klavyede parmaklarım kayıp gidiyor.

Evrenin oluşumundan bu yana her yerde savaş var. Hatta tanrılar arasında hep sürüyor savaşlar. Bunu mitolojik öykülerden öğreniyoruz. Savaş çok kötü bir seçim İnsanlık için. Sadece lügat tanımlamalarında kaldı artık “İnsanlık”

Gelin şimdi dilek kipinde “Barış” isteyelim tüm dünya için.

Okurlarımdan bazıları yine mırıldanıyorlar, duyuyorum seslerini:

“Bol hümanizma soslu içi boş bir yazı!”

“Lâf salatası. Ne demek istiyor, şimdiye kadar ne dedi ki bu adam?”

 “Ne kadar ironik!

İroni benim işim. Kelimelerle oynamayı, sağa sola taş atmayı seviyorum.

“Gene üfürecek bu adam?” diyor bir başkası

Şu “üfleme” lâfına bir mim koyun. Gelecek yazımda çok işime yarayacak. Bu yazıma damga vuran şu metaforik “ses” konusuna geri dönerek bir kavga-döğüş-savaş öyküsünün sanat ile yoğrularak bir bölgenin turizmine nasıl katkı sağlayabileceği hakkında ahkâm keseceğim.

Haydaa, nereden nereye!

Bence “nereden nereye” varacağımızı görmek için gelecek yazımı bekleyiniz.

Bak gene biri laf atıyor, “Hüsnü” diye…

Biri fısıldadı şuradan; “bu adam narsist, megalomanın teki!”

Lâfı çok dolandırdık biliyorum. Yazı yazmayı kolay mı sanıyorsunuz siz? Bir de siz denesenize… Dudak bükseniz de, eleştirseniz de yazımı buraya kadar okudunuz işte. Aklınızda ne kaldı? Bir sınayalım: Yazımın başındaki Arap bülbülü kaç santim, ağırlığı ne?

Neyse boş verin! Siz şu Kilikya ismini mimleyin.

Vahap** dostum dedi ki bir gün bana, “söyleyeceğini daha kısa sürede söylersen, sonuca daha çabuk varabilirsin.” Semihi de;*** “senin bir yazından üç yazı çıkar yahu!” demişti. Bir de baktım geçen gün bir yazımı okuyan Tuncer; **** “Ben bu yazıdan beş yazı çıkarırdım!” demez mı?

Hangi öğüdü tutayım ben şimdi?

Bir tek Fazıl * var beni anlayan! Beğeniyor yazılarımı tüm defolarına rağmen. Ama o da benim kendisini anlamadığımı düşünüyor sanırım! Anlıyorum valla. Ancak yazanlar anlar birbirlerini…

Yazarken okurlarla yaşamak budur işte.

Dalaşmak okurlarla, ufak tefek taşlar atmak dostlara… Yazının içine çekmek, yanımıza ışınlamak için onları. “Yazarın da kendince keyif alma hakkı” diyorum ben buna.

Gelecek yazımı okumanız için şartlandırma nasıl ama?

Sahnemiz Kilikya!

Dipnotlar:

*  Fazıl TÜTÜNER: Kadim dostum. Zarif diplomat. 30+ yıldır Mersin kültür-sanat yaşamına damga vuran oluşumlara, etkinliklere imza atan kültür adamı. Yayına hazırlanmasında birlikte çalıştığım iki kitabı (anı ve öykü) var. Şiir yazmaya tutkun. Belagat ustası, büyük hatip-sunucu. Yeni kitaplarının hazırlığında.

** Abdülvahap KOKULU: Mersin’in geçmiş günlerini, insanlarını sık sık yad eden, “Şurup Tadında Mersinliler” yazı dizisinin muharriri; kültür-sanat sivil toplum kuruluşlarının vazgeçilmez gönüllüsü. Dergi yazarı. Zaman tünelindeki kitapları her an bekleniyor.

*** Semihi VURAL: Şarap Tadında Dost (Vahap Kokulu’dan an nasıl intihal yaptım ama J ). Nam-ı müstearı (sahne ismi J ) “Büyük Reis”. Dr. Ayşe Vural’ın eşi. Mersin’in eniştesi. Kraliçe Aba’nın gizli PR koordinatörü.. Seyahat koordinatörümüz – yol ve patika bulma izcimiz – yöre koordinatlarını bulmada uzman pusulacı, mesafe ve rakım kaydedicimiz – fotoğrafçımız askerlik arkadaşım, kardeşim Mehmet TOKER ve Tuncer ÖZMEN’in de katılımıyla kendisiyle birlikte yaptığımız keşif gezilerimizde keyif veren sohbetleriyle büyük rehberimiz..On beşinde editör-yayına hazırlayan olarak birlikte çalıştığım, bölge ile ilgili, yirmi kitabı var. Mersin’de kültür-sanat adına hangi kurum, kuruluş varsa kurucu üyesi, yönetim kurulu başkanı ve üyesi. Gazete yazılarımda kullandığım birçok konuyu yayına hazırladığım kitaplarından “intihal” ile yazdığımı itiraf ediyorum!

**** Tuncer ÖZMEN: Geç tanıştığımıza birlikte hayıflandığımız ama birlikteliğin tadını çıkardığımız harika dost. Semihi Vural’ın kitap dosyalarının gizli editörü/İlk Ütücü. Dost meclislerinde Entellektüellerarası “Her Telden” Programı Moderatörü. Biz iyi bir takımız!

Yazarımızın diğer yazıları:

Düş Gezginleri Kulübü: AKOB

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP

rk
rk