Abdullah Ayan

Abdullah Ayan

23 Aralık 2023 Cumartesi

Umudun ölümü…

Umudun ölümü…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Türkiye tarihinin en ağır krizine tanıklık ediyoruz…

1958 ve 1970 devalüasyonları, 24 Ocak 1980 kararları, kaybolan 90’ lı yıllar..

Göz göre göre gelen 1994 ve dönemin tüm siyasi aktörlerini, partilerini sahneden indiren 2001 krizleri…

Tarafsız gözle değerlendirmek gerekirse, şu tespiti yapmak mümkün:

İçinden geçmekte olduğumuz krizin öncekilerin bazılarıyla benzerlikleri, ortak yanları olsa da, bugünkü kriz korkarım ki sonuçları itibariyle çok daha büyük hasarlara yol açacak…

Pek çok sebebi var tablonun…

94 ve 2001 krizleriyle başlayan yangınlar ekonomik alanda tüm hasarlarına rağmen kısa zamanda söndürüldü. Ancak asıl deprem siyasi alanda yaşandı ve faturanın bu alandaki yansımalarına sonra tanık olduk…

Bugün ise tek adam sisteminin sonuçlarından biri olarak çıkıyor karşımıza…

Siyasetten beslenen ve ne zaman nasıl sonuçlanacağı meçhul bir ekonomik krizin içindeyiz…

Muhalefet, erken veya zamanında yapılacak seçimle yeniden parlamenter sisteme geçileceği, onun ardından dış kredi musluklarının açılmasıyla, ülkenin yeniden normale döneceği havasında…

Oysa hasar çok büyük ve restorasyon öyle geçici bahar havalarıyla kısa zamanda tamamlanacak gibi görünmüyor…

Evet, kurumlara yeniden işlerlik kazandırılması, tarafsız yargının sağlanması, demokratik haklara yeniden kavuşulması elbette nisbi bir rahatlama getirir ama bu geçici bir iyileşme sağlar…

Oysa ertelendikçe ağırlaşmış sorunları var ülkenin ve bu sorunlara kalıcı çözümler getirilmedikçe, yapısal bir değişim, dönüşüm programıyla yeni bir yola çıkılmadıkça geçici bahar havasının dağılıp çok daha ağır bedeller ödemek zorunda kalacağımız uçurumlarda da arayabiliriz geleceği…

Bugünü dünden farklı kılan en önemli etmen; umudun yitirilmekte olması…

“En son umut ölür” önermesinden yola çıkarsak o, telafisi olanaksız sona doğru soluksuz Amok koşusuna çıkmış gibiyiz…

İster tek adam, ister parlamenter sistem, ister çok farklı bir rejim…

Sonuçta tüm yönetim biçimleri insanları mutlu etmeyi amaçlar…

Gerisi kitleleri çok ta ilgilendirmez…

Türkiye’ yi bugün içinden çıkılamaz girdaba sürükleyen politikaların en büyük sorumlusu elbette Erdoğan ve destekleyenleri ancak sorumluyu belirlemekle sorunlar ortadan kalkmıyor…

Ölmeye yüz tutan umudu, yeniden hayata döndürecek bir muhalif duruş, iflas eden politikaların yerini alacak yeni bir yol gerekmiyor mu?

Daha sade bir biçimde soralım:

Yapılacak ilk seçimde Erdoğan ve destekçisi blok gitti ve ülke yeniden parlamenter sisteme döndü diyelim…

Son yıllarda daha da ağırlaşan sorunları çözecek yapısal bir dönüşüm nasıl sağlanacak?

19 yıllık iktidarın bugün deneme yanılma yöntemiyle bulduğu ve müjdelerle sunmaya çalıştığı ucuz emekten beslenen ihracat modeliyle bir yere varılmayacağı gün gibi ortadayken, muhalefet Cumhuriyet tarihinin belki de bu en ağır bunalımından çıkış için nasıl bir yol öneriyor?

Erdoğan ve destekçilerinin adına ister Çin ister Güney Kore isterse de başka bir isim koydukları sonu bilinmezlerle dolu modele karşı muhalefet bloğu çıkış için nasıl bir yol öngörüyor?

Tedavi için önce hastalığın kabulü, ardından teşhis gerekiyor…

Oysa bugün sedyenin başındaki doktor, hem hastalığın varlığını kabul etmiyor hem de yıllar alacak tedavi için üç beş aylık palyatif reçeteler önermekte…

Bu durumda muhalefete tarihi bir sorumluluk düşüyor…

Erdoğan politikalarına karşı, yeniden umudu diriltecek, Anadolu’ yu gelişmiş ülkeler düzeyine çıkaracak bir yeni modelle insanların karşısına çıkmak…

Çin ve Güney Kore kendilerince birer başarı öyküsüne sahipler ancak her ülkenin kendisine özgü dinamikleri, koşulları yanında halkların farklı hayalleri beklentileri var…

Çin’ in yola çıkış öyküsüyle bugün ulaştığı yer çok farklı…

Güney Kore’ nin de öyle…

Türkiye’ nin potansiyeli, dinamikleri itibariyle neden Çin veya Güney Kore olamayacağı sorusuna gelince… Yanıta temel teşkil edecek veriler ve tespitler bir sonraki makalede…

Abdullah AYAN


Yazarımızın diğer yazıları: