Abdullah Ayan

Abdullah Ayan

23 Aralık 2023 Cumartesi

Geçmiş zaman yazıları; Ocak 2005 arşivimden… (Liman İçin Düğün Değil, Düşünme Zamanıdır…)

Geçmiş zaman yazıları; Ocak 2005 arşivimden… (Liman İçin Düğün Değil, Düşünme Zamanıdır…)
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Aşağıdaki makale Mersin limanının özelleştirilmesinden 30 ay önce Ocak 2005’ te kaleme alınmıştı..
Bugün kiracı oldukları limandan hareketle Mersin’ in siluetini katledecek cesareti bulan işletme ve
paydaşlarının fütursuz girişimlerine baktıkça o tarihte dile getirdiğim uyarılar düşüyor aklıma…
Dikkatlice okuduktan sonra geriye yaslanıp kararı siz verin…
“Uzun zamandır liman özelleştirmesinde gelinen noktayı ve bundan sonra izlenmesi gereken
stratejiyle olası tehlikelere dikkat çekmiştik…
MTSO’ nun yılda yüz milyarlarca lira harcanarak 15 GÜNDE bir yaygın gazetelerin ekinde evlerimize
ulaşan gazetesini görmesek, ‘NASIL BİR ÖZELLEŞTİRME, NASIL BİR LİMAN YÖNETİMİ?’ gibi sorulara
yanıt aramayı sürdürecektik…
Oysa gazetenin, MERSİN kamuoyu bir yana, Oda’nın bu konuya kafa yoran beyinlerini bile şaşırtıp,
çileden çıkaran hayallere dayalı yayınlarını görünce, gerçekleri anlatma yanında, limanın geleceğiyle
ilgili kaygılarımızda da ne kadar haklı olduğumuz ortaya çıktı…
Bu nedenle yayın organında gerçekleşmiş gibi sunulanların, düğün dernek havasında atılan
manşetlerin, boş sözlerden başka anlam taşımadığının kamuoyunca bilinmesinde yarar var…
Önce MTSO yayın organının 2005 OCAK sayısının manşeti:
“LİMANDA MUTLU SON”…
Manşeti görünce kendi kendimize bazı sorular yöneltip yanıtlarını aramaya çalıştık…
LİMANI MERSİN’İN OLUŞTURDUĞU BİR GÜÇ BİRLİĞİ Mİ DEVRALDI?… HAYIR….
LİMAN İŞLETMESİNİ, ODANIN BAŞINI ÇEKTİĞİ BİR ŞİRKET Mİ İŞLETECEK?… HAYIR…
MERSİN, LİMANDAKİ İŞÇİDEN, BU GÜNE KADAR İSTEDİĞİ KALİTE VE FİYATTA HİZMETİ ALAMAYAN İŞ
ADAMINA KADAR HERKESİN ORTAK OLDUĞU BİR ŞİRKET KURDU DA, KALİTELİ VE HIZLI LİMAN
HİZMETLERİNİ DÜNYA FİYATLARININ ALTINA ÇEKEREK, LİMANI, DOLAYISİLE DE MERSİN’İ BÖLGENİN
VE DÜNYANIN CAZİBE MERKEZİ HALİNE Mİ GETİRDİ? HAYIR…
Peki tüm soruların yanıtı hayır olduğuna göre, bu ‘MUTLU SON’ başlığı neden?…
Estirilen dayanıksız, saçma sapan bayram havasının, nerdeyse 6 Ocak’ı Mersin’in kurtuluş günüyle
özdeşleştirme gayretlerine ne gerek var?…
Ne olmuş ta “LİMANDA MUTLU SON” a ulaşılmış anlamak mümkün değil…
Eğer Oda yönetimi Resmi Gazetede yayınlanan özelleştirme kararını kast ediyorsa, 6 OCAK 2005 günü
RESMİ GAZETE’ de yayınlanan metin ‘MUTLU SON’ un değil, zahmetli ve çok zor bir koşunun startının
habercisidir…
Halk deyimiyle yolculuk için gerekli atın dört nalından biri bulunmuştur. Daha ortada bulunması
gereken üç nal ve ondan da önemlisi atın kendisi yoktur…
Nasıl ve nerden bulunacağı konusunda da düğün dernek sözcükleri dışında, somut herhangi bir
projenin de olmadığı çıkıyor ortaya…

Gazeteyi ve başkanın köşe yazısını okuyanlar iyi ki sokaklara dökülüp gecikmiş 6 OCAK LİMAN
BAYRAMINI kutlamaya kalkmadılar…
Hayal dünyasında dolaşmaktan vazgeçip, sağlıklı bir kafayla, sakin biçimde olup bitenleri yeniden
anımsamakta yarar var:
MERSİN LİMANI Oda yönetiminin iddia ettiği gibi MTSO ve DTO’ nın yoğun çabaları sonucu değil,
hükümetin özelleştirme politikaları gereğince özelleştirme planına alınmıştır.
Kaldı ki, yine MTSO gazetesinde sağduyuyla kaleme aldığı bir başka yazıda Deniz Ticaret Odası Başkanı
“6 LİMANIN ÖZELLEŞTİRME KARARININ 8.BEŞ YILLIK KALKINMA PLANINDAKİ TCDD LİMANLARININ
ÖZELLEŞTİRİLMESİ VEYA OTONOM İDAREYLE YÖNETİLMESİ ÖNERİSİNİN 59. HÜKÜMETÇE
BENİMSEMESİYLE” alındığını ifade ediyor ki, kamuoyuyla paylaşılması gereken asıl gerçek budur…
Üstelik söz konusu olan sadece Mersin limanı değil Türk ekonomisinin can damarı olan İZMİR,
DERİNCE, BANDIRMA, SAMSUN, İSKENDERUN gibi her biri farklı değer ve stratejik önemde olan
limanlardır.
Olayı basite indirgeyip, “ULAŞTIRMA BAKANINA ANLATTIK, O DA LİMANI ÖZELLEŞTİRMEYE ÇIKARDI”
söylemlerinin ciddiyetle ve gerçeklerle ilgisi yoktur…
Özelleştirme İdaresi ve Ulaştırma Bakanı Oda Gazetesinde iddia edildiği gibi bazı kurumların
talepleriyle hareket etmiş olsa, Samsun’ daki oda ve kuruluşların özelleştirilmesine karşı çıktığı
Samsun limanı ÖİB kararı içinde yer almazdı…
Olmayan gücü var gibi göstermek veya sanmak, kişileri de kurumları da ileride telafisi imkansız
stratejik ve taktik hatalara sürükler diye korkuyoruz…
Odalarımız Bakanlar ve Hükümet üzerinde madem bu kadar etkiliydiler, zafer kutlamalarını 40 gün 40
gece sürdürdükleri TAŞUCU Liman ihalesinin ÖİB tarafından iptaline neden engel olamadılar?…
Eleştiri ve uyarılarla, Mersin limanının özelleştirilmesinin önemine uygun davranıp, bir an önce
projeler geliştirmesi gereken kurumların, kararın sarhoşluğuyla hatalı stratejiler çizmelerinin, yanlış
ortaklar peşinde koşmalarının önüne geçmeyi murat ediyorum..
Bu olmazsa ne olur?
Bizimkiler “LİMANDA MUTLU SON” teraneleriyle kenti vavuturken, birileri gelir parayı bastırıp
Mersin’in bu en değerli mücevherine sahip olur ve hepimiz elimiz böğrümüzde peşlerinden baka
kalırız…
Yoksa, yine Şaman başkanın Oda gazetesinde yer alan köşesinde ipuçlarını verdiği “LİMAN
İŞLETMECİLİĞİNDE DENEYİMLİ YERLİ VE YABANCI FİRMALARDAN OLUŞACAK BİR ORTAK GİRİŞİM
GRUBU” düşüncesi kapalı kapılar ardında bir yerlerde pişirildi de bizim mi haberimiz yok?…
Bunlardan daha elim ve hazini, MERSİN konusunda MUSTAFA KEMAL’ in bir kez daha haklı çıkmasıdır.
Ne demişti Mersin ziyaretinde?: “MERSİNLİLER MERSİN’E SAHİP ÇIKINIZ”…
Limanına sahip çıkamayan, ortak akıl ve birikimin bir araya getirdiği sermayeye öncülük edip limanın
işletmesini üstleneceğine, HOLDİNGLERİN SIĞINTI ORTAKLIĞINA KUCAK AÇAN OPORTÜNİST
DAVRANIŞLARLA GELECEĞİ KARARTILMIŞ, KADERİ BAŞKALARININ ELİNE BIRAKILMIŞ BU TALİHSİZ
KENTİN hedefe yürümesi mümkün olabilir mi?…

LİMANIN ÖZELLEŞTİRİLMESİ, kente ve kentliye aidiyet kazandırma, KİŞİLİĞİNİ BULMA ÇABASI
İÇİNDEKİ MERSİN’LİLERİN BİR ARAYA GELME, GÜÇBİRLİĞİ OLUŞTURMA ARAYIŞLARI ADINA DA
YAŞAMSAL SINAV DEĞERİNDEDİR…

Abdullah AYAN

Devamını Oku

Bolu’yu kazanalım derken İstanbul’u kaybetmek…

Bolu’yu kazanalım derken İstanbul’u kaybetmek…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Yerel seçimler öncesi CHP’ nin yeni yönetimi kendi cephelerinden bakıldığında varlıkla yokluk
arasında gidip gelen ciddi bir sınavla karşı karşıya…
14 Mayıs sonrası dağılan Millet İttifakının toparlanması o birlikteliğin en önemli ayaklarından biri olan
İyi Parti’ nin çekilmesiyle artık mazide kaldı..
CHP’ de Kılıçdaroğlu’ nun yadsınamaz çabalarıyla oluşan ve 2019 yerel seçimlerine damgasını vuran
umut dalgası da yok artık…
Hepsinden önemlisi adına ister HDP, ister son haliyle Dem Parti diyelim örgütlü Kürt’ lerin Erdoğan’
dan ve Erdoğan’ ın inşa ettiği AKP-MHP milliyetçi iktidarından ne pahasına olursa olsun kurtulma
amacıyla sağladığı koşulsuz destek te sona ermiş görünüyor…
Kürt siyasetine yön verenlerin “Erdoğan’ a kaybettirme” temelli anlayış yerine oluşacak birlikteliklerle
kazanma arayışına girdikleri her gün biraz daha net biçimde görülüyor…
2019 yerel seçimleri mevcut rejimden kurtulmanın önemli bir dönemeciydi, o dönemeç başarıyla
geçildi ama asıl büyük sınav olan 2023 tüm muhalifler açısından hezimetle sonuçlandı…
Üstelik Kürtler 14 Mayıs ile 28 Mayıs arasındaki dönemde ön koşulsuz destekledikleri Kılıçdaroğlu’
nun gidip tüm söylemleriyle milliyetçiliği ırkçılığa vardıran Ümit Özdağ ile gizli kapaklı anlaşmalar
imzaladığı bir ‘satış’ deneyimi yaşadılar…
Şimdi kaptan değiştiren CHP, hiçbir şey olmamış gibi HDP’ den (yeni adıyla DEM’ in) 2019 benzeri bir
destekle en azından kazanılmış belediyelerin kaybedilmemesi amacıyla destek istiyor..
Oysa köprülerin altından çok sular aktı ve ne ülke 2019 Türkiye’ si ne de iklim o iklim…
HDP (DEM) artık ‘kent uzlaşısı’ olarak tanımlanan ve her kentin koşullarına, özel konumuna göre
değişen yeni bir strateji çerçevesinde ilden ile hatta ilçeye göre taktik işbirlikleri sürdüreceğini sürekli
yineliyor…
2019’ da CHP’ ye koşulsuz verilen destek yerine kamuoyundan gizlenmeyen, şeffaf ve uzlaşmanın
sınırlarının tüm yönleriyle belirlendiği yeni süreç söz konusu…
Artık söylemler, vaatler değil, ete kemiğe bürünmüş nelerin ne karşılığında alınıp verileceğinin
önceden konuşulduğu bir birliktelik…
HDP (DEM) açısından yerelde kimin Belediye Başkanı olacağı, kenti kimin yöneteceğinden ziyade,
kentin nasıl yönetileceği bakımından da verilen destekle orantılı söz hakkı…
Bunun için ikircikli tavır ve söylemler yerine CHP’ nin samimiyet testi de sayılması gereken bu süreçte
HDP ile sürdürülecek ‘kent uzlaşısının’ nereye evrileceği, yerel seçimlerin de ötesine geçecek bir
muhalefet anlayışının önünü açabilir mi?
Sınavın ön koşulu Kılıçdaroğlu’ nun Özdağ ile kapalı kapılar ardında girdiği gizli kapaklı anlaşmalarla
ortaya çıkan ‘satılmışlık’ duygusunun yerine güvene dayalı bir duruşu ortaya koymak…
Onca emekle inşa edilen birlikteliğin tek hamleyle yıkıldığı enkazı kaldırması gereken Özel ve ekibi
HDP’ lilere ırkçılık yarışında Ümit Özdağ’ın tavrına, diline rahmet okutan Bolu Belediye Başkanı Tanju
Özcan’ ı ihraç edildiği partiye alkışlar arasında baş tacı ederek yeniden buyur ederken, HDP’ yi sadece
sıcak söylemlerle ikna edemez…

Tavan bir yana HDP’ nin temsil ettiği taban artık kurulan süslü cümlelerin yerine ete kemiğe
bürünmüş ciddi bir uzlaşı bekliyor…
Sahadan gelen sinyaller, tabanın beklentileri doğrultusunda HDP (DEM)’ in, CHP’ nin göstereceği kimi
BŞ Belediye Başkanlarının belirlenme sürecine de küçük dokunuşlarla müdahil olmak istediğini
gösteriyor…
Örneğin son günlere kadar kesin gidecekler arasında gösterilen İzmir BŞ Belediye Başkanı Soyer’ in
yeniden aday gösterilmesi yönünde DEM’ in bir tavır sergilediği dillendirilmekte…
Gerekçe de yine samimiyet testi anlamına gelen o ‘küçük dokunuşlarla’ benzer…
Soyer’ in belediyeciliğini kokan körfezi örnek göstererek yerin dibine batıranlara karşı, ‘Soyer ile
birlikte Konak’ ta artık Kürtçe müzik söyleyenlere müdahale edilmiyor’ argümanı bugün artık
simgesel olsa da anlam taşıyor…
CHP-HDP (DEM) uzlaşmasının büyük önem taşıdığı bir BŞ’ de Mersin…
HDP desteğini alamayan bir CHP’ nin Mersin Büyükşehir’ i kazanması hayli güç… HDP’ nin artık karşılıksız destek vermeyeceği anlaşıldığına göre CHP’ nin göstereceği adaya yönelik bir tavrı, daha da önemlisi aday belirlenirken tabanın beklentilerini dillendiren görüşü olmayacak mı? Aday belirlenmesiyle de sınırlı kalmayacak uzlaşı… HDP açısından asla unutulmayacak 2019 Akdeniz Belediye Başkanlığı seçiminde ‘yenilen (diğer taraf açısından atılan) kazığa’ ve ortaya çıkan güvensizliğe karşı, HDP bu kez oyunun kamuoyu önünde daha şeffaf biçimde oynanmasını istemeyecek mi? Daha açık ifadeyle sorayım; bir yandan HDP’ den BŞ desteği isterken, bir yandan da Akdeniz gibi HDP’ nin çok güçlü olduğu bir ilçede CHP’ nin bu kez aday göstermesi söz konusu olabilir mi? Böylesi bir tavrın tavanda benimsense bile tabanda kabul edilmesi mümkün mü? Uzlaşma gerektiren bir başka örneği yine Mersin’ den vereyim; 2019’ da verdiği onca desteğe karşın, karşılıksız biçimde CHP’ yi destekleyen ve Mersin’ de oy oranıyla üçüncü parti konumuna karşı BŞ Meclisinde 2 üyeyle yetinen, üstelik hiçbir komisyonda temsil edilmeyen HDP, bu kez CHP’ nin belediye meclis üyeliklerinin üst sıralarının bir bölümünü isterse abartmış mı olur? Siz hem BŞ Belediye Başkanının seçilmesinde en büyük taşıyıcı olacaksınız hem de örneğin Çevre, örneğin İmar, örneğin Bütçe gibi sizi koşulsuz destekleyen seçmeni ve kentin kaderini belirleyecek yaşamsal kararları veren komisyonlarda gözlemci sıfatıyla bile yer alamayacaksınız… O köprülerin altından çok sular aktı, karşılıksız sevdalar mazide kaldı… HDP-CHP, Mersin’ de yeni bir kent uzlaşmasına yerelde de olsa örnek olacak birliktelik sergileyebilir ve bu örnek ileride tüm ülkeyi saracak iklime katkı verebilir.. Günün birinde iklim değişip Akdeniz olacaksa, Akdeniz’ in kalbi Mersin, o iklimi bugünden yaratacak güçte ve yaratmak zorunda… 2014 Y 2015 H 2015 K 2018 G 2019 Y 2023 G
AKP 28 26,4 31,7 28,6 8,5 25

CHP 28,3 28,7 30,1 26,8 37,5 30,9
DEM 9,6 17,9 15 17,9 6,3 13,2
MHP 32 24,5 21 12,8 30,5 12
İYİ 11,1 11,8

(Oranlar yüzde olarak)
*2019 oy oranlarını BŞ Meclisi sonuçlarını baz alarak verdim. Bu yerel seçimde Mersin’ de HDP
CHP’yi, AKP MHP’ yi desteklemişti.

Abdullah AYAN

Devamını Oku

Geçmiş zaman yazıları (11 Aralık 2003’ te kapıma bırakılan gizli damgalı sarı zarfın öyküsü)

Geçmiş zaman yazıları (11 Aralık 2003’ te kapıma bırakılan gizli damgalı sarı zarfın öyküsü)
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Üzerinden tam 20 yıl geçmiş…
Yine bir yerel seçim öncesi…
Yine her şeyin mubah sayıldığı, demokratik olması gereken centilmence bir yarışın yerine yumrukların
sayılmadığı belden aşağı kavganın egemen olduğu, at izinin it izine karıştığı günler…
İşte o 11 Aralık 2003 günü ofisimin kapısına bırakılan bir zarf ve zarfın içinden çıkanların ardından
yaşadıklarım ve o tanıklığı kaleme aldığım Ocak 2005’ teki makale*…
Polisiye bir öykü değil, 20 yıl öncesinin bir yerel seçim sürecinde yaşadıklarımı anlatmaya çalıştığım
olaylar siyasi rekabetin yerelde ulaşabileceği boyutları yansıtması bakımından da ibretlik derslerle
dolu…
İşte göz atarken kişisel sitemde karşıma çıkan makalenin ilginç bölümü:
“1977 seçimlerinden önce de, haşhaş yasağına karşı çıkan ECEVİT’ i ABD destekli özel kuvvetler
vurmasın diye nefesimizi tutup dualar etmiştik günlerce…
O komplo teorilerine koşullar gereği ne kadar inandıysam, 2004 Mart ayında yapılacak yerel
seçimlerin hemen öncesinde bana ulaştırılan ve BAYKAL’ la ilgili iddiaları içeren belgelere şüpheyle
yaklaştım…
28 MART seçimlerinden dört gün önceydi…
Sekreterim biraz da tedirgin, sarı renkte büyükçe bir zarf bıraktı masama.
Gerilimli bir seçim döneminden geçiyorduk ve doğrusu kapıyı çalan kimliği meçhul birinin sekreterin
eline tutuşturup kaybolduğu, meçhul zarftan ister istemez rahatsız olmuştuk…
Herkesin ruhunda bir nebze olduğuna inandığım hafiyeliğe soyundum bir süre.
Zarfın bırakılış biçimi, kimliği meçhul bırakanla ilgili varsayımlar…
Ardından mektupla ilgili ‘NASIL’ ların yerini, daha karmaşık ‘NEDEN BANA GELDİ? NEDEN BEN?’
sorusu aldı…
O karmaşık duygularla açtım ciddi biçimde düzenlendiği belli zarfı…
Üst sol köşesinde “KİŞİYE ÖZEL”, ortasında adımın yazılı olduğu zarfın içinden dört İngilizce
sayfadan oluşan belgeyle tercümeleri çıktı…
İngilizce belgelerin ilk iki sayfası “PENTAGON’A BAĞLI ÖZEL PLANLAR DAİRESİ SAVUNMA BÖLÜMÜ”
nün bir mektubundan, diğer iki sayfa ise BİRİLERİNİN BİRİLERİNE gönderdiği iddia edilen bazı para
transferleriyle ilgili bilgilerden oluşuyordu…
Belgelere baktıkça gülüp ağlama arasında gidip geliyordum.
11 Aralık 2003 tarihini taşıyan iki sayfalık ‘ÇOK ÖZEL VE ÇOK GİZLİ’ damgalı Washington D.C.
20301-1010 adresindeki Özel Planlar Dairesindeki William Luti adındaki bölüm şefine sunulan iç
yazışma belgeleri ülkede anlı şanlı o kadar gazeteci varken, başka kimse kalmamış gibi neden bana
gelmişti…
Üstelik trilyonların havada uçuştuğu o seçim döneminde birilerinin hiç bir talepte bulunmadan,
pazarlığa girmeden doğrudan bana göndermeleri daha da ilginçti…

Belgelerin ekinde yer alan bilgi notu, iki kişi arasındaki parasal trafiği gösteren hareketlerin neden
Pentagon’ u ilgilendirdiğini ve neyin amaçlandığını ifade etmeye çalışıyordu…
O kritik seçim sürecinde Pentagon’ca kaleme alındığı söylenen görüşlerden çok, rapor ekindeki
parasal transfer bağlantılarıyla ilgili iddialar önemliydi benim için…
Oysa para trafiğinin izini sürmeye başladığım ilk andan itibaren içimden bir ses, MERSİN’ deki bazı
bankalar aracılığıyla yapıldığı söylenen transfer hareketlerine çok ta fazla güvenmemem
gerektiğini söylüyordu…
Belgeler çok inandırıcı biçimde düzenlenmiş olsa da, TÜRKİYE’DEN ORTA DOĞUYA, İSVİÇRE’DEN
PENTAGON’A kadar tümüyle var olan isim ve adreslerden oluşan bilgilerin ne kadar iyi dizayn
edilse de eksik kalan, insanı huzursuz eden bir yanı vardı…
Gerçekten bazı transferlerin yapıldığı söylenen Bankaların devlet sermayeli olması ve izlerin
rahatlıkla silineceği dünya kadar ticari banka varken, bu büyüklükte transferlerin Devlet bankaları
eliyle yapılma ihtimali inandırıcı gelmediği için, kısa süre sonra olayı unuttum…
Benim yemediğim havucu bir süre sonra ILICAK’ ların TERCÜMAN’ ından bir habercinin nasıl olup ta
yediğini de hala anlamış değilim.
Ama şüphelendiğim iddialar ve sonrasındaki gelişmeleri uzun süre sorguladım durdum…
Acaba birileri, sağ gösterip sol mu vurmak istiyorlardı?…
Örneğin belgelenmediği sürece havada kalacak saçma sapan iddialar , tam da o yerel seçimler
arifesinde yayınlansa ve TERCÜMAN’ daki yayının başına gelenler gibi dayanaksız olduğu anlaşılsa,
bundan en fazla kim kazançlı çıkacaktı?…
Sorunun tek yanıtı var, yayınlarla hedef seçilenler…
BAYKAL benim yayınlamadığım ancak bir süre sonra TERCÜMAN ve başka medya kuruluşları
tarafından ortaya dökülen aslı astarı olmayan belgeler sayesinde güçlenerek çıktı o günlerde.
Şu ana kadar da, iftiralarla ilgili, açacağını söylediği tazminat davalarıyla ilgili Medyada tek satıra
da rastlamadım.
Bugün ABD’ ye yönelik komplo iddialarında da, daha önce kendi ağzıyla dile getirdiği kızıyla ilgili
para transferleri konusunda da, kimsenin elinde banka dekontu ve benzeri somut belge olmadığı
için söylenenlerin tümü karalama kampanyasından öteye gitmedi…”

Devamını Oku

Yerel seçimlere doğru Türkiye ve Mersin özelinde Toroslar…

Yerel seçimlere doğru Türkiye ve Mersin özelinde Toroslar…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Yerel seçimler gelip kapıya dayandı, neden geçmişte olduğu gibi, oluşmaya başlayan tabloyu ele alan,
irdeleyen analizler yapmıyorsun, sorularıyla sıkça karşılaşmaya başladım…
Birkaç nedeni var:
14 Mayıs öncesi Erdoğan gidiyor, kazandık, kazanıyoruz beklentileri öylesine güçlüydü ki, seçim gecesi
yaşanan hayal kırıklığı muhalif cepheye oy veren, ülkede bir şeylerin değişeceği havasına kapılan
herkes kelimenin tam anlamıyla travma yaşadı.
Başkalarını bilemem ama açıkçası ben o hayal kırıklığını, şoku üzerimden atmış değilim…
2019 yerel seçimleri öncesi oluşan ittifak öylesine büyük bir umut dalgası yaratmıştı ki, sonrasında
yapılacak Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimlerinde de aynı başarının elde edileceği yönünde en
azından toplumun yarısını oluşturan geniş halk kesimlerini deyim yerindeyse tam 4 yıl ayakta tuttu…
2019’ da insanları büyük coşkuyla sandığa taşıyan güç, o sandıklardan çıkan değişim iradesinin 2023’ü
umut olarak beslemesiydi…
O umutların yıkıldığı genel seçimler sonrasında bugün özellikle muhalif kesim bugün hangi
motivasyonla sandığa gidecek?
Sorunun iç karartan yanıtı nedeniyle, açıkçası ne benim, ne de objektif olarak geleceğe yönelik
projeksiyonlar yapan çoğu insanın; beklentileri diri tutan, geleceğe yönelik yelkenleri dolduran
rüzgârlara bundan böyle bel bağlaması hayli zor..
Ve bu umutsuzluk korkarım ki, özellikle muhalif seçmenin sandığa gitme şevkini onarılmaz biçimde
kıracak..
2019 yerel seçimlerinde AKP-MHP ittifakının seçmeni sandığa yeterince çekememesiyle ortaya çıkan
ve CHP merkezli ittifakın İstanbul, Ankara başta 11 Büyükşehir’ de seçimleri kazanmasına yol açan
faktörün bu kez tersine işleyeceği yönünde bir iklim söz konusu…
Bunun bir an önce atlatılması gerekiyor, oysa o 2019 sinerjisini üreten ve CHP’ li adayları destekleyen
ittifakın bileşenlerinde ciddi bir çözülme gözleniyor…
Sadece İyi Parti’ yle de sınırlı değil, ‘sepeti koluna herkes yoluna’ havası…
HEDEP ile temsil edilen ve sadece İstanbul, Ankara değil, bıçak sırtı Adana-Mersin Büyükşehir
belediyelerinin CHP’ li adaylarca kazanılmasını sağlayan Kürtler 2019’ daki gönül rahatlığıyla ve
beklentisiz biçimde yine CHP’ ye oy verecekler mi?
Sorunun yanıtı CHP’ nin 2019’ da kazandığı 11 Büyükşehir’ in bir iki istisna dışında 2024’ ün kaderini
belirleyecek…
İstanbul’ da İmamoğlu’ nun seçimleri kazanması nasıl HEDEP’ in desteğine bağlıysa, aynı olmazsa
olmaz koşul Adana ve Mersin için de geçerli…
14 Mayıs seçimleri sonrası sadece kadro değil, strateji değişikliği de yapan HEDEP, 2015’ten beri
Erdoğan’ a ve inşa ettiği rejime kaybettirme üzerine kurulu hedefin yerine “Kent Uzlaşısı” adını
verdikleri yeni yol haritasını dillendirmeye, politik çizgiyi bu çerçeve içine oturtacağını kesin dille ve
yüksek sesle ifade etmeye başladı…

Mümkün olan en geniş anlamda yerel dinamiklerin sadece görüşü değil, içinde yer alacakları ve
seçimlere kadar çok daha sık duyacağımız ‘kent uzlaşısı’ kavramı en çok İstanbul, Adana ve Mersin
için söz konusu olacak…
Sadece CHP’ liler değil, taraflı tarafsız herkes biliyor ki, bu üç Büyükşehir, HEDEP’i destekleyen başta
Kürtler olmak üzere demokrasi savunucuları olmadan kazanılamaz…
2019 seçim sonuçları bu hükmü yeterince pekiştiriyor…
Peki örneğin Mersin’ de o dönemdeki adıyla HDP, CHP’ nin Mersin Büyükşehir Belediyesini
kazanmasını sağlarken, karşılığında ne aldı?
Kocaman bir hiç diyeceğim ama daha da beteri, o günden beri “sırta saplanan hançer” olarak
tanımladığı yıllardır kalesi olan Akdeniz ilçesinde CHP’ nin seçimlere bir hafta kala sahaya inmesiyle
kazanacağı seçimi kaybetti…
HDP’ nin desteğini isteyen ancak aynı kare fotoğrafta görünmemek için her türlü gayreti gösterenlerle
bundan böyle yeni adı ve stratejisiyle HEDEP artık kapalı kapılar ardında gizli saklı görüşmeler,
pazarlıklar yerine tüm kamuoyunun önünde şeffaf bir birlikteliği olmazsa olmaz ön koşul olarak
ortaya koyuyor…
CHP’ yi Büyükşehir seçiminde desteklemeye karşı, belki de bu kez aynı CHP’ nin aday göstermeyeceği
ve Hedep’ li adayı destekleyeceği bir Akdeniz uzlaşması…
Böylesi bir anlaşmadan taraflar BŞ ve Akdeniz’ i kazanmakla kalmaz…
Bugüne kadar MHP’ nin kalesi olarak görülen Toroslar Belediyesini CHP şemsiyesi altında
anlaşacakları ortak bir isimle kazanmanın da önünü açarlar…
2018 Aralık ayında kaleme aldığım makalede kazanılabilecek Toroslar hususunda şunları yazmıştım:
24 Haziran 2018 genel seçim sonuçları, HDP’ ye oy veren seçmenin gönlünü kazanacak adaylarla CHP
adına bugüne kadar en zor beldelerden biri olan Toroslar’ ı alabilecek potansiyele kavuştuğunu
gösteriyor.
24 Haziran sandık sonuçları özellikle de Mersin’ de CHP- HDP tabanlarının nasıl oy geçirgenliği içinde
olduğunu yeterince ortaya koydu.
Partiler arasında herhangi bir ittifak olmamasına ve CHP özellikle uzak durmasına rağmen, başta
Yenişehir, Toroslar olmak üzere birinci bölgedeki tüm ilçelerin o tablo ışığında 31 Mart 2019 yerel
seçimlerine de taban geçirgenliği damgasını vurabilir.
O tablo zaten önümüzdeki yerel seçimlerle ilgili yeterince bilgi dolu mesajlar veriyor..
Tabii almasını bilene..”
O makale ardından 31 Mart 2019 akşamı açılan sandıklar ve ortaya çıkan Toroslar tablosu CHP-HEDEP
uzlaşmasının o güne kadar hayal edilemeyecek sonuçlarını göstermesi bakımından çarpıcıydı…
MHP adayı 68.623 oy alırken, HDP destekli CHP adayına 62 bin oy çıkmıştı…
HDP aday çıkarmayarak tüm oyların CHP’ li adaya gitmesini sağlarken Akdeniz’ de CHP, verilen sözlere
karşı çıkardığı adayla kendisi seçimleri kazanamadığı gibi HDP kalesi olarak tanımlanan Belediyenin
AKP’ ye geçmesine ön ayak oldu…

14 Mayıs 2023 seçimleri Toroslar’ da MHP (11,2) ve AKP (28,2) ittifakı %39,4 oy alırken CHP (23,5),
YSP (HDP) (20,8) ve TİP’ in (1,6) toplamda %46’ ya ulaştığını gösteriyor…
Bıçak sırtı geçmeye aday Toroslar Belediye seçimleri CHP ve HEDEP’ in ‘kent uzlaşısı’ nı nasıl bir
uzlaşmayla sonuçlandıracakları kadar çözülmekte olan İyi Parti oylarının nereye yöneleceğine bağlı..
Bekleyip göreceğiz…
2014Y 2015G H 2015G Kas 2018G 2019Y 2023 G
AKP 26,9 27,9 34,4 31,6 -* 28,2
MHP 35,9 23,7 19,6 12,6 41,7 11,2
CHP 16 21,1 22,7 19,4 37,7 23,5
HDP 18,3 25 21,1 23,2 -* 20,8
İYİP 11,8 16,8 9,4

Y: Yerel G: Genel
*2019 Yerel seçiminde MHP-AKP MHP’ nin ortak adayına oy verirken CHP-HDP’ de CHP adayını
desteklemişti.

Abdullah AYAN

Devamını Oku

Şeffaflığı masal olmaktan çıkarmak…

Şeffaflığı masal olmaktan çıkarmak…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

2018 seçimleri öncesi siyasilerin dillerine pelesenk ettiği sloganlar üzerinden kendilerini akıllı seçmeni
saf gören anlayışın artık sona ermekte olduğunu, yepyeni bir siyaset dilinin öne çıkmakta olduğunu
örneklerle anlatmaya çalışmıştım…
O makalelerin ikincisini de beş yıl aradan sonra yeniden yayınlayarak nelerin değişip değişmediğini
görmenin 31 Mart 2024 seçimleri için sandık başına gidecek olanlar açısından yararlı olacağını
düşünüyorum…
İşte Kasım 2018’ de kaleme aldığım ‘Şeffaflık Masalı ve Gerçekler’ makalesini bu amaçla bir kez daha
paylaşıyorum:
“Şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkeleri” de tıpkı birlikte yönetme gibi günümüzün katılımcı
belediyeciliğinin olmazsa olmazları.
Bu nedenle siyasi görüşleri birbirinin zıddı pek çok adayın bu üç ilkeyi diline pelesenk ettiğini
görüyoruz.
Oysa tıpkı birlikte yönetme ve katılımcılık gibi şeffaflık ve tamamlayıcısı olarak kabul edilmesi gereken
hesap verilebilirlik temelinde dünya görüşü, inanılan pek çok evrensel değere doğrudan bağlı…
Demokrasiyi benimsememiş biri, katılımcılığı ne kadar içselleştirmiş olabilir ki?
İçselleştirilemediği içindir, seçimlerden önce kampanya boyunca “KENTİ BİRLİKTE YÖNETECEĞİZ”
diyenlerin gerçek yüzleriyle (bir iki istisna dışında) koltuğu kaptıktan sonra tanışıyoruz…
Tanıştıktan sonra da iş işten geçiyor. Bırakın sokaktaki vatandaşı, kendisini oraya taşıyan insanlarla,
kadrolarla bile yollarını ayırma gereği duyuyor çoğu aday…
Adaylık ve kampanya dönemi boyunca cep telefonunu önüne gelene veren ve “BU TELEFON 24 SAAT
AÇIK OLACAK” diyenlerin hangisine seçimlerden sonra kaç kişinin ulaşabildiğini sormaya gerek var
mı?
Seçilmeyenler zaten arazi oluyor, seçilenlerse en az 10 farklı telefon kullanmaya başlıyor. Ve genelde
kampanya dönemi açık olan o telefonlara seçimlerden sonra; özel kalem, danışman, sekreter, koruma
vs. gibi pek çok farklı unvanına kavuşan kişiler telefonun gerçek sahibi yerine cevap veriyor.
Başkanlar da haklı, her şey onlardan sorulduğu ve istendiği yetmezmiş gibi, kendileri de her şeyden
anladıkları ve her şeye müdahale etme ihtiyacı duydukları için işleri başlarından aşkın. Bu durumda
gelecek olan ve çoğu da Belediyeleri ilgilendirmeyen sayısız taleple nasıl baş edecekler?
Bu nedenle çoğu telefonunu kapatıyor, ya da yanıtsız bırakacak uygulamaları keşfediyor…
Daha insaflı olan ve geleceği düşünen akıllılarsa, “BAŞKAN ŞU AN TOPLANTIDA, SORUNU BANA
SÖYLEYİN, KENDİSİNE İLETECEĞİM” gibisinden ‘yarım elma gönül alma’ babından yöntemlere
başvuruyorlar.
Şeffaflık ve ona bağlı olarak hesap verebilirlilik diğer ilkeler gibi demokrasinin kurumsallaşmadığı
ülkelerde hatta yörelerde seçilen kişinin anlayışına, kendisinin belirlediği sınırlara bağlı…
Demokrasinin olmazsa olmazı bu ilkelerin kurumsallaşması adına AB ile uyum çerçevesinde 2003
yılında çıkarılan Bilgi Edinme Kanunu bir devrim niteliği taşımaktaydı.
Kanunun hayata geçmesinden sonra pek çok kamu kurumu gibi belediyelerin de önceleri ciddiye
almadıkları, talepleri küçümsediği bir bocalama dönemi de yaşandı.

Ama o kanunun hayata geçtiği güne kadar burnundan kıl aldırmayan belediyeler dâhil devletin her
kademesindeki bürokrasinin bir süre sonra yelkenleri suya indirdiği görüldü.
İndirmeyenlere de, Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu hadlerini bildirmede hayli etkili oldu.
AB ile tam üyelik sürecinde işlerliği güçlü olan, vatandaşın haklı bilgi edinme taleplerine bürokrasinin
ve yerel yönetimlerin yanıt vermemesini hoş görmeyen, yargıya başvuru yolu dâhil, yasal yaptırımlara
bağlayan o süreç bugün eski heyecanını yitirmiş gibi görünüyor.
Örneğin vatandaşın Belediyelerden istediği kimi bilgilere “TİCARİ SIR” zırhı büründürenler var ve
özellikle belediye iktidara yakınsa, hiç kimse “KAMU KURUMUNUN TİCARİ SIRRI MI OLURMUŞ?”
sorusunu sormaya cüret! edemiyor…
Oysa Türkiye’ nin bugün farklı kulvarlara savrulmuş olması, dünyada demokrasinin yerelden başladığı
gerçeğini değiştirmiyor.
Yerel demokrasinin özünü ise sizin vergilerinizle size hizmet verenlerin, paranızı nasıl harcadıklarını
sorgulamanız, birey olarak denetlemeniz oluşturuyor.
Hesap sorma mekanizmalarının zayıflatılması, AB sürecinden uzaklaştıkça artık kanıksadığımız
yozlaşmanın bir başka tezahürü…
Burada yerel yönetimlerin ve o yönetimlere aday olup bizden oy isteyenlerin vaatleri, dünya
görüşleri, demokrasiyi hangi ölçüde içselleştirdikleri önem kazanıyor.
Özellikle de şeffaflık, hesap verebilirlik gibi ilkeler kişilerle kaim olmamalı, kurumsal işleyişe
kavuşturulmalı…
Örneğin bugün kimi Belediye internet sitesine, kimisi de Belediye giriş kapısına günlük gelir ve gider
tablosunu asıyor ama hangi kişiyi hangi vasıflara göre, hangi yöntemlerle işe aldığı, hangi işi kime
hangi kriterlerle verdiği, hangi ihale şartnamesine hangi maddeyi neye ve kime göre koyduğu, hangi
imar değişikliğine kimler için ve ne amaçla ön ayak olduğu sorularının yanıtı meçhul…
Oysa pek çok Başkan halk günü adı altında etkinlikler düzenliyor. Bu etkinlikleri dert dinleme
seanslarından, şov olmaktan çıkarıp halk meclisleri hüviyetine dönüştürmek, bu toplantılarda o ay
yapılanları katılımcılarla paylaşmak, bir sonraki ay yapılması düşünülen projelerle ilgili o projeden
etkilenen sokak, mahalle, semt başta olmak üzere tüm belde yaşayanlarının görüşlerini almak hiç zor
değil…
Tabii böylesi bir şeffaf yönetim tarzı, katılımcılık anlayışını içselleştirmiş yöneticiler, kadrolar için
geçerli.
Bu ülkede ise en demokrat görünen, daha da ötesinde demokrasi aşığı iddiasındaki nice Başkanın
zaman içinde bambaşka bir anlayışa doğru savrulduğu nice dramatik vakayla karşılaştık,
karşılaşıyoruz…
“biz eksenli ” diye yola çıkan onca adayın, seçildikten sonra nasıl “ben merkezli” hale geldiğini bazen
hüzün, çoğu zaman da ibretle izleyerek geçiyor yıllar…
Daha da kötüsü, bu çarpık savrulmaları kader diye benimseyen geniş kitlelerin, siyasete ve siyasetin
kadrolarına, aktörlerine olan güvenlerini yitirmeleri…
O güven erozyonunun geçici mi kalıcı mı olacağını sandıklara gidecek olanların oranı belirleyecek…

Abdullah AYAN

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.