Mersin, hiç ama hiç hak etmediği ölçüde az biliniyor.
Sağında turizmde dünya çapında bilinen Antalya, solunda yine turizmin odak noktalarından Antakya ve Adana. Kuzeyde Karaman ve Konya. Tekneyle iki saatte Suriye’nin Lazkiye limanındasınız. Onların tam orta yerinde neredeyse Akdeniz kıyılarımızın üçte birini kapsayan sahiliyle Mersin.
Nasıl oluyor da zengin doğal, deniz, flora, geçmiş medeniyetler ve dinler beldesi bu kent önemli bir turizm, ekonomi ve tarih merkezi olarak sivrilemedi, gölgede kaldı bir türlü aklım almıyor.
Yazın kavurucu ve nemli sıcağında atlet don ile denize girip, kumsalda yatan, gürültü yaratan yaşları 11-30 arasında değişen binlerce erkek görüntüsü var medyayı tarayınca. Konyalı yazlıkçılar dışında Mersin’e tatile giden yok gibi sanki. O denize sıfır gökdelenler maalesef şehir siluetini bozuyor. Maslak’ın gökyüzü bile bu kadar kalabalık değil. Çarpık kentleşmeden Mersin de nasibini almış ama hala Erdemli ve Silifke’den ötesi masum ve güzel.
Palmiye ağaçlarının bu kadar yoğun ve sık aralıklarla dikildiğini başka bir kent görmedim. Belediye kendisi yetiştiriyormuş. 2011 senesinde faaliyete açılan Mersin Marina, toplamda 500 yatlık deniz ve 500 yatlık kara bağlama kapasitesine sahip. Doğu Akdeniz bölgesindeki en büyük marina.
Atatürk ve eşi Latife Hanım 1925’de Mersin’i ziyaret ettiklerinde kaldıkları ev kentin tam merkezinde. 1897’de o zamanların Almanya Konsolosu Christman’in tüccar Mavromatı’nın kızıyla evlenmesi üzerine inşa edilmiş. Mimarı bilinmiyor ama Krişman Konağı olarak adı geçiyor. Belirli bir dönem Tahinci ailesinin mülkü olan ev 1972’de Nebil Hayfavi tarafından alınarak 1976’a kadar Toros Koleji olarak faaliyet göstermiş, nihayet Atatürk Evi ve Müzesi olarak resmiyet kazanmış.
Belediye Başkanı Vahap Seçer, eşi Meral hanım ve yakın çalışma arkadaşı Bedrettin ile sohbetimiz geleceğe dönük umutlu ve iyimser olmamız için gereken gerekçeleri sağladı bir ölçüde. Türk, Arap, Kürt ve Türkmen Yörükler Mersin mozaiğini yaşatıyorlar. Levanten etkisi hala hissediliyor. Bu farklı etnik, dini ve kültürel çeşni Mersin’in zenginliği ve bunları bir araya yaşatma özel beceri gerektiriyor.
Nice’in Promenade’ini andıran sahil şeridi, kafeler, kedi evleri, fiziki egzersiz noktaları, sanatsal heykeller belediye tarafından yapılmış, düzenli bakımı yapılıyor. Her birisi kentin gurur abidesi gibi. Metronun tamamlanması çalışmaları da süratle ilerliyor. Çok üzüntü verici ama gerçek olduğunu yerinde gözledim. Muhalefete geçen belediyenin iş yapmaması için mevcut iktidar ve onun yerel yöneticileri ellerinden geleni yapıyor, önemli projelere engeller çıkartıyorlar merkezden aldıkları talimat gereğince.
Oysa “Türk Rivyerası” denilen Akdeniz sahilinde coğrafya, deniz aynı deniz, mutfağı gerçekten şahane, tarih desen her yer antik kalıntılar ile dolup taşıyor. Peki, komşuları alıp başını gitmişken Mersin’in ulusal ve uluslararası trafiğin, yatırımcı radarının dışında kalmış olmasını anlamak güç.
Belki de bunun ana sebeplerinden birisi, Mersin’e yıllar boyunca bir türlü havalimanının yapılmaması. Her ne kadar etkileyici ve iç gıdıklayıcı olursa olsun, önce 1,5 saat Adana’ya üç, oradan 1 saatte Mersin merkeze geç, sonra asıl turistik, gastronomi ve tarihi güzelliklerin olduğu Tarsus, Erdemli ve Sılıfke taraflarına gitmek için de bir saat daha yol yap… Doğrusu insan daha gitmeden, dinlerken gözünde büyüyor, vazgeçiyor.
Bana anlatılanlara bakılırsa iki yıla kalmaz Mersin kendi havaalanına kavuşacak. O zaman ciddi bir sıçrama yapması bekleniyor ama hesapsız, plansız ve estetik, tarihi değerlere özen göstermeden çarpık şekilde büyüyecekse belki şimdiki halinde kalması, dış dünyaya fazla açılmaması daha iyi bile olabilir.
Ünlü Yumuktepe Höyüğü’nde yapılan arkeolojik çalışmalar, burada insan varlığını M.Ö. 6300 kadar uzatıyor. Mersin‘in bilinen en eski adı “Kızzuvatna“. Hititler ise “Kue” ismini vermişler. Antik Yunanlar ise “Zephyrion” olarak isimlendirmiş. Roma imparatorluğu döneminde “Hadrianus” adını almış. Klasik devirde ise “Kilikya” ölmüş. Daha sonraları Mısırlı Tolunoğulları, Bizanslılar, Ermeni Krallığı, Memlûkler ve 1473 yılında Ramazanoğulları Beyliği fethetti. Osmanlı imparatorluğu egemenliğine ise 1517’de girmiş.
Mersin’in aktif olarak ortaya çıkışı, şehirleşme süreci, aslen 19. yüzyıl ile başlamış. Özellikle 19. yüzyılda bağlanan demiryolu hattı ve Amerikan İç Savaşı zamanında ortaya çıkan pamuk açığını kapatmak için bu yörede fazla pamuk üretilmesi, kentin gelişiminde oldukça önemli aşamalar. Resmi olarak Mersin’in kurtuluş günü ise 3 Ocak 1922.
Aklıma ilk neler geliyor, biliyor musunuz?
Önce, gerçekten lezzet ve bol kepçe ince durum içinde tantuni keyfi geliyor. Tantuni tavuk ve et olarak iki şekilde sunuluyor. Özel hazırlanan tandır lavasının arasındaki leziz küçük etlerin baharat ve soğanla harmanlanmasıyla ortaya çıkan lezzet. Biraz yoğun yağlı olan bu simgesel yemeği hafif bir hale getirmek isterseniz yoğurtlusunu tercih edebilirsiniz.
Durum halinde hazırlanan tantuni küçük rulo dilimlere bölerek üzerine yoğurt dökülüyor. Yoğurdun üzerine ise tereyağı ile kırmızı biberin birleşimi olan sos ile servis ediliyor. Özkan Tantuni’de denemelisiniz.
Bir diğer ünlü lezzet ise meşhur kerebiç. Coven otu aroması ile yiyenler bir daha unutamıyor. Oldukça şekerli ilk yendiğinde. Krema köpüğü ile sunulan bu tatlı, fıstıklı ve cevizli olarak iki şekilde hazırlanıyor. Kurabiyeyi andıran kerebiçi, leziz baklavalar da yiyebileceğiniz Has Develiler’de deneyebilirsiniz. Künefesi dillere destan olup şöbiyeti de tadabilirsiniz. Biz Dondurmacı Halil’de tattık tüm bu lezzetleri. Tabii ki sıkı diyetimizi birkaç saatliğine askıya alarak.
Mersin’de birçok ciğerciyi göreceğinizden şüpheniz olmasın. Ciğer ve kebap konusunda oldukça iyi. Gelenlerin masasını öyle ikramlar ile donatıyorlar ki … Biberli lavaş ekmekleri mi dersiniz, biberli soğan, mevsim salatası, acılı ezme, sumaklı soğan, koz salata ve ciğer sisler. Eğer ciğer sevmiyorsanız kebap veya tavuk seçeneklerini de tercih edebilirsiniz. Ciğerci Yakup’a gitmelisiniz.
Antalya sahilini aratmayan, hatta daha çekici sahil şeritleri, koyları, Narlıkuyu’da balık ızgara, Kızkalesi’nin altınkum plajından emsalsiz görünümü, Limonlu, Susaonoğlu gibi etkileyici turistik mekanlar. Taşucu, Kıbrıs feribotları, Silifke. Mersin İdman Yurdu. Tarsus’taki tarihi evler, Saint Paul kuyusu, Hazreti Danıyal’ın mezarı.
Tarihi milattan öncelere dayanan antik kentler ve eserler: Kleopatra Kapısı, Soli Pompeiopolis Antik Kenti, Saint Paul Kilisesi, Tarsus Yedi Uyurlar Mağarası, Tarihi Tarsus Evleri, Aya Tekla Kilisesi, Cambazlı Kilisesi, bundan yaklaşık 1500 yıl önce inşa ettirilen ve Türkiye’nin en büyük kalelerinden biri olan Mamure Kalesi, Anamurıum Antik Kenti, Adam Kayalar
Tarsus Evleri, iki katlı olarak sadece ahşap kullanılarak değil taş ve kerpiçten de yapılmış. Oldukça eski dönemlere uzanan evlerin birçoğunun tarihi bilinmiyor bile. Mersin sıcak bir şehir olduğu için buna uygun şekilde yaşanılabilir hale getirilmiş. 300 tanesi tescilli olan evlerin toplam sayısı 600’u geçiyor. Hala önemini ilk günkü gibi koruyan evlerin üst katında ev ahalisi yaşarken alt kısmı ise eşyaları ve yiyecekler depolanmakta. Adana‘da yetiştirilen pamukları koymak için de bu evleri kullandılar.
Yılın her günü oldukça canlı olan Kırkkaşık Bedesteni, önemli bir siyasi merkezi olup birçok kültürün de birleşim noktası. Tarsus’ta ki en önemli yerlerden biri olan bedesteni, 1579’de Ramazanoğulları Beyliğinden Piri Paşa’nın oğlu İbrahim Bey inşa etti. Bedesten ismini yapının dış cephesindeki kaşık süslemelerinden almış. Yapımı sırasında kesme taş kullanılan binanın batı ve doğusunda olmak üzere iki kapısı mevcut. İçinde toplam 21 oda ve 7 tane de kubbe var.
Mısır Kraliçesi olan VII. Kleopatra, o dönemlerde sevgilisi olan General Antonius ile buluşmak üzere Tarsus’u seçiyor. Bu çift burada törenler eşliğinde karşılandığından hem Kleopatra Kapısı hem de Deniz Kapısı olarak biliniyor. Bizans Dönemi’nde yapılan kent surlarının giriş kapılarından biri olan bu kapının yapımında Horasan harcı kullanılmış. Kapının kenar kısımları at nalı biçiminde. Yüksekliği 6.17 metre iken genişliği ise 6.18 metre.
Tarsus, St. Paul’ün doğup yaşadığı bir mekan olarak kabul görüyor. Roma vatandaşlık haklarına sahip olarak Yahudi bir aristokrat bir ailenin üyesi olarak dünyaya gelmiş. O zamanlar Tarsus’un zengin ve gelişmiş olması yaşam içerisine de entegre olmuş ve o zamanların felsefe okulların bir tanesi burada kurulmuş. O dönemde Tarsus’un zenginliği ve gelişmişliği kentin kültürel hayatına yansımış, dönemin felsefe okullarından birisi de Tarsus’ta kurulmuş.
St. Paul ilk olarak burada eğitim almış ve devamında ise Kudüs’e giderek görüşlerini geliştirmiş. Böylelikle Hristiyanlık ile tanışarak ilk etapta ona karşı saldırıların içerisinde yer almış, Hz. İsa’ya güvenen insanları geri döndürmeye çalışmıştır. Şam’a kaçan bu dine mensup kişilerin peşlerinden giden St. Paul rüyasında Hz. İsa’yı görür, keskin bir dönüşle Hıristiyanlığı kabul eder. St. Paul ömrünü Hıristiyanlığın yayılması için çaba sarf etmiş, Roma İmparatorluğu topraklarının çok büyük bir kısmını dolaşmış.
Bu gezilerden bir hayli rahatsız olan Romalılar onu tutuklamış ve yargılamak üzere Roma’ya götürmüş ve yaşamını da burada sonlandırmış. Bu felsefe insanı bir Anadolulu. Hatta öyle ki kendisi Tarsuslu Havari olarak anılıyor. St. Paul Kuyusu olarak bilinen yapı onun yaşamını sürdürdüğü düşünülen evin avlusunda yer alıyor. Antik Caddesi’ne 200 metre mesafedeki 18 metre derinliğe sahip kuyu Aziz Paul için yapılmış.
Bana kalsa sadece Aziz Paul kuyusu ve Hazreti Danyel’in mezarı esas alınarak inanç turizminde Tarsus’u iyi bir hikaye ve düzenleme ile uçururum, dünya Hıristiyanlarının kutsal hac mekanlarından birisi olarak.
Kızkalesi’nin hikayesi çarpıcı. Korykos’un o zamanlardaki kralı bir kız çocuğu olması için dualar etmiştir. En sonunda bu isteği gerçek olmuş ve bir prensese sahip olmuştur. Herkes tarafından sevilen bu genç kızın, bir yılan tarafından sokulacağı ve bu kehanetin hiçbir şekilde bozulmayacağı bir falcı tarafından dile getirilince hükümdar kızını korumak için bir kale yaptırır. Onu kara ve yılanlardan uzakta olan denizin ortasındaki kaleye gönderir. Ancak kehanet yine de gerçekleşir; zira kaleye giden meyve sepetinin içerisinde giden yılan genç kızı sokar.
Şahmeran efsanesi de beni etkiledi. Baş yılan anlamına gelen Şehmeran’ın bir erkeğe aşık olmasından bahsediliyor. Evlenmek isteyen kralın oğlunun evlenmek istediği kızın belden aşağısı yılan şeklinde imiş. Kral, oğlunun üzülmesine dayanamadığı için evliliğe razı gelmiş. Ancak devlet adamları Şahmeran’a oyun kurarak gelinlerin evlenmeden önce hamama gittiklerini söyleyerek hamama götürmüşler. Ve bu baş yılan göbek taşında kesilerek öldürülmüş. Bu nedenle göbek taşı ve duvarlarda kanlar yer alıyor. Tarsus’ta oldukça önemli bir simge haline dönüşmüş olan bu yılanın resmine çoğu noktada rastladık.
Türkiye’nin en büyük yük limanı neredeyse kentin tam içinde; şimdi denize doğru genişletilmesi düşünülüyor. Oysa kent dışında olması gerekirdi.
Mersin Limanı, Türkiye’nin güneyinin dünyaya açılan en önemli kapısı. Türkiye’nin en büyük konteyner limanlarından biri olan bu liman, gerek toplam iş hacmi gerekse de yarattığı istihdam ve yarar ile Mersin ekonomisine ciddi katkılar sağlıyor. Ortadoğu ile Doğu Akdeniz’in de en önemli limanları arasında yer alıyor.
2007 yılına kadar T.C.D.D. tarafından işletiliyordu. Akfen Holding ve PSA International ortaklığında kurulan Mersin Liman İşletmeciliği tarafından 36 yıl süreyle devralındı. Limanın hissedarları arasına 2017 yılında Avustralyalı Fon Şirketi IFM de katıldı. Akfen elindeki yüzde 50 hissenin yüzde 40’ini PSA VE IFM’ye 869 milyon dolar karşılığında sattı.
Ankara, Gaziantep, Kayseri, Kahramanmaraş, Konya gibi sanayileşmiş kentler ile Suriye, Irak ve Bağımsız Devletler Topluluğu ülkeleri gibi sınır komşusu olan ülkelere, demiryolu ve karayoluyla bağlı olan liman Ortadoğu ve Karadeniz’le olan aktarma ve hinterlant bağlantılarıyla, Akdeniz Bölgesindeki ana konteyner limanlarından birisi.
Türkiye’nin ilk nükleer santrali de burada inşa halinde. Akkuyu’da Rus şirketi Rosatom inşa ediyor. İlk reaktör 2023’de faaliyete geçecek. Devreye alınmaları halinde Türkiye’nin ilk nükleer santralleri olacak olan Akkuyu (ve daha sonra) Sinop nükleer santrallerinin her ikisi de dörder reaktörden oluşacak.
Akkuyu Nükleer santralinin 1.200 MW’lik dört reaktörü mevcut plana göre 2025 yılında tamamlandığı zaman 4.800 MW kapasiteye ulaşacak ve yıllık ortalama 35 milyar kilovatsaat elektrik üretebilecek. Benzer şekilde, Sinop nükleer santralinin dört reaktörünün de devreye alınması planlanan 2028 yılında toplam 4.480 MW kurulu güç kapasitesi ile 32 milyar kilovat saat elektrik üretebileceği hesaplanıyor.
Mersin halkı ya da yerel yönetimi neredeyse hiç istişare yapılmamış proje geliştirilirken. Dolayısıyla bu büyük bir handikap zira santralin ömrü en az 40-50 yıl ve yerel destek olmadan sorunsuz işletilmesi mümkün olamaz.
***
Mersin’den ayrılırken şu soru kafamda hala çınlıyordu: Böylesi zengin tarihi, ekonomisi, mutfağı, denizi, yaylaları, stratejik coğrafi konumu olan bir kent nasıl olur da hala potansiyelinin çok çok gerisinde kalıyor?
YEREL
18 Aralık 2024YEREL
18 Aralık 2024YEREL
18 Aralık 2024YEREL
18 Aralık 2024YEREL
18 Aralık 2024YEREL
18 Aralık 2024YEREL
18 Aralık 2024Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.
Sorunuza Mersinden yanıt vereyim Çok güzel tespitler sunmuşsunuz, Mersin ve ilçeleri son otuz yılda 5 katı bir genişleme yaşadı ve yerleşik nüfus 3 kat arttı, yetişmiş insan kaynağı ve sermaye için ise tam tersi bir kayıp yaşandı, düşük bütçeler ve yerel yönetimlerdeki sorunlar nedeniyle alt yapı ve planlamada ciddi hatalar yapıldı, Kendi dinamikleri ile başbaşa kalmış bu duruma büyük dokunuşlar olamadığından, Şehri ve kurumları temsil edenlere bu anlamda çok görev düştü ve düşmekte fakat tahmin edebildiğiniz sebeplerden zorlandıklarını düşünebilirsiniz, bu haliyle dünyaya açılabilmiş girişimci ve işletmeler parmakla sayılabilmekte, tüm bunlar fırsatların büyüklüğünü gölgeleyemeyecektir, Çukurova bölgesine bütün olarak el atılması ülkenin kaderini değiştirebilir. Karbon nötr bir geleceğe dev adımlar bu topraklarda atılabilir, adını antik çağlarda güneşten alan bu sahiller belki de hidrojen çağının bir parçası olabilir, bakırın tarihte ilk izabe edildiği bu topraklar enerji teknolojilerinde neden yeni ilklere imza atmasın? Selam ve saygılarımla.