Başak Karatepe

Başak Karatepe

22 Ağustos 2021 Pazar

İyiyiz herhalde..!

İyiyiz herhalde..!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

O kadar karmaşık ve her şeyin üst üste geldiği bir dönemden geçiyoruz ki…

Felaket üzerine felaket yağıyor âdete. Ufak bir iyi habere hasret kaldık.

Kazandıklarımız, edindiklerimiz, ilerletebildiklerimiz, geliştirebildiklerimiz değil koruyabildiklerimize seviniyoruz artık.

Orası yıkılmamış, burası yanmamış ah ne güzel..!

“Bu da geçer” diye diye bu da geçer diyecek halimiz kalmadı.

“Dur bakalım daha ne olacak” diyerek bekliyor…

Elimiz kolumuz bağlı izliyoruz olup bitenleri, bitmeyenleri ve bir türlü bitmek bilmeyenleri…

Pandemi, yangınlar, seller, yitip giden canlar, ormanlarımız, oksijenimiz, iklim krizi, kuraklık, mülteciler, doğal olmayan el yapımı afetler…

Bunlarla birlikte gelen ekonomik kriz…

Saymakla bitmiyor.

Sahi sırada daha ne var?

Öyle ki uzaylılar istila etmiş deseler şaşırmayacağız. Hoş gelmişler, beş gitmişler. Mümkünse giderlerken bizi de alıp götürsünler belki oralar daha sakindir. Kafamızı dinleriz biraz.

Nasılsın sorusuna bile nasıl cevap vereceğimizi bilemez olduk.

Çaresizce mücadele eden, acılar içinde ne yapacağını şaşırmış bir halk ve yorgun, psikolojisi bozulmuş bir millet.

Zorla izlettirilen ve sezon finali bir türlü gelmek bilmeyen bir dizi film içerisinde, sezon finalinin gelmesini dört gözle bekler durumdayız.

Gelse de bir rahatlasak, soluklansak.

Şu sağduyululuk denilen şey, birtakım insanlar arasında dolanıp duruyormuş gibi geliyor bana.

Hani diyoruz ya iyilik bulaşıcıdır diye, sağduyu da bulaşıcı olsa keşke…

Bir grup insana bakıyorum da…

Sanki hiçbir şey yaşanmıyormuş gibi. Vur patlasın, çal oynasın. Dünyanın sonu gelse umurlarında olmayacak sanki.

Kıskanayım mı yoksa kızayım mı bilemiyorum.

Kıskanmıyor da değilim hani.

Son zamanlarda izlediğim her şey, aldığım her haber beynimi uyuşturuyor adeta.

Birkaç duruşmadan sonra serbest bırakılan kadın katilleri, çocuk sapıkları, sapkınlar…

Dışarıda ellerini kollarını sallayarak Fink atarken…

Ormanlarının daha fazla yanmaması, beyaz et diye nitelendirilen nice canlının acılar içinde tükenmemesi, varını yoğunu kaybeden onca insanın daha fazla çoğalmaması, “yeter artık nasıl bitiyorsa bitsin, son bulsun bu işkence düşüncesiyle” yardım beklentisi ve isteğinde olan insanlar vatan haini ilan edilerek soruşturma başlatılıyor.

Vatanımızı seven onca insan olarak…

Vatanımızın haini ilan ediliyoruz.

Nazım Hikmet’in “Vatan Haini” şiiri geliyor aklıma…

Ormanlarımız yanarken türlü bahanelerle kaldırılmayan yangın filo uçakları, kendi ülkesinin sesine kulak vermeyen başka ülkelerin yardım çağrılarına koşturan bir hükümet, Somali’ye karşılıksız verilen hibeler… Bununla birlikte yangın ve afetler için halktan istenilenler… IBAN’lar…

Kendi ülkemizin Somalilisi bile olamadık..!

Varını yoğunu kaybetmiş insanlara “keşke bizimde evimiz yansaydı diyeceksiniz” söylemleri…

Kafamıza çay fırlatmalar…

Kafamıza diyorum çünkü kendi kafama yemiş kadar hissettim.

Olur, tabi neden olmasın.

Hararetimizi alır belki…

İki çay biri açık olsun.

Tüm bu yaşanılanlar kendi ülkemizde sahipsiz ve sığınmacı gibi hissettiriyor.

Hesler, kömür madenleri, maden ocakları….

Göz göre göre yapılan hatalı yapılaşmalar…

Rant uğruna kendi doğamızın ve yaşam alanlarımızın katili oluyoruz.

Hesabını bile soramıyoruz bunların doğru düzgün.

Olur, olur ya vatan haini ilan ediliriz yine.

Vatanına sahip çıkmanın adı vatan hainliği oldu bu devirde.

Kendimize üzülmeyi bıraktık Afganistan’a üzülüyoruz şimdi. Yaşayan bir ölü olmaya mahkûm edilmiş kadınlar, çocuklar…

Ecelini bekleyen ve onları ölüme terk eden, can havliyle kaçışan, uçağın kanadına binip otobüste yolculuk yapar gibi yolculuk yapabileceğini uman, korkudan ne yapacağını şaşırmış bir dolu insan.

Bir dolu cahillik…

Bir dolu acı.

Afganistan’a bakarak halimize şükrediyoruz.

İyi ki doğmuşsun Atatürk.

İyi ki… İyi ki… İyi ki…

Eğitim şart diyoruz.

Eğitim… Eğitim… Eğitim diyoruz da…

Kim takar eğitimi?

Cahillik, bencillik, vurdumduymazlık daha çok para ediyor bu devirde.

Ah Atatürk yattığın yerden kemiklerin sızlıyor mu?

Boğsak‘tayım.

Yanan dağlar ve yanmış ağaçların manzarası eşliğinde 3-5 bir şey içiyor, esnafla sohbetler ediyorum.

4-5 gün hiç durmadan yanmış buralar. Sahile yakın kısımda birazcık yeşillik alan, diğer yerler koyu kahverengi. Evimin balkonuna çıktığımda bile daha çok yeşillik görüyorum buralardan.

Konuştuğum herkes aynı şeyi söylüyor “3-5 sene sonra buralara 5 yıldızlı tatil köylerini dikerlerse hiç şaşırmayın. Ah yaktılar bütün her yeri. Burada ki güzellik başka nerede var..!”

Bizlerde tatil yapmaya gideriz artık. Yaşanılan her şeyi unutarak. Nasıl olsa balık hafızalıyız.

Denize giren ve sahilde yürüyüş yapan insanlar…

Hayat bir şekilde devam ediyor. Yanan dağlara ve ağaçlara bakarak denize girmek içimden gelmiyor. Biraz yürüyüş yapıp, denize girmeden Mersin’e geri dönüyorum.

Daha önce görmüş olduğumuz onca güzelliği bir daha göremeyecek olmanın üzüntüsü vuruyor içime. Uzmanlar 50-60 yılda ancak toparlayacağını ve canlıların yeniden yaşayacağını söylüyor.

Bizim bir daha görebilme şansımız yok. Belki çocuklarımız görür, belki de torunlarımız.

Tabi o da bir daha yanmazsa…

Aynı şeyler bir daha yaşanmazsa..!

Son zamanlarda neden paylaşım yapmadığımı merak edenler olmuş. Onca şey yaşanırken içimden paylaşım yapmak gelmedi açıkçası. Tanıdığım ve birebir tanımasamda sosyal medyamda bir şekilde bağlantım olduğu insanlar yardım çağrılarında bulunurken paylaşımlar yapmak pek doğru olmazdı. Hikayelerden yaptım paylaşımlarımı ve onun dışında birkaç paylaşım…

“Işığa doğru” çünkü bolca ışığa ihtiyacımız var.

Her şeyi yiyip, yutmuşuz, halletmişiz gibi başkalarının cinsel eğilimlerine, özel yaşamlarına müdahale etmeye… Başarılarını onaylayıp, onlar adına sevinmek yerine kirletmeye çalışıyoruz.

Sana ne… Ona ne… Buna ne…

Bu dünyada kötü olan ne yaşıyorsak hepsi sevgisizlikten, bencillikten.

Bırak sevsinler insanlar birbirlerini her ne şekilde olursa olsun.

Ne zaman öğreneceğiz birbirimiz adına sevinmeyi?

Ne zaman öğreneceğiz birbirimiz adına yaşamayı?

Ne zaman öğreneceğiz birbirimiz olmazsa hiç birimizin olamayabileceğini?

Ne zaman öğreneceğiz biz olmayı?

Zor bir soru değil mi?

Bir şaman öğretisi der ki…

Doğada hiçbir şey kendisi için yaşamaz.

Keşke birazcık olsun örnek alsak şaman öğretilerinden ve bunun gibi nice öğretilerden.

Bir şeyleri öğrenmek için illaki yaşamak gerekmiyor ama insanoğlu başına birebir gelmeden hiçbir şeyden ders almıyor.

Çok kısa bir süre öncesine kadar maviliklerimi giyinip, kuşanmış… Mavi bir ruhun peşinde bir oradan bir buraya dolaşan bir gezgindim.

Kâh bir ada oluyor, kâh bir deniz, kâh bir gökyüzü…

Şiirlerde, şarkılarda aşka duruyordum yeni kitabımın hazırlığında.

Şimdilerde içimde tuttuğum o alabildiğine engin mavi ruh bir türlü bitmek bilmeyen isyan nöbetlerinde…

Gitme diyorum ona…

Sabret biraz, bekle sakinleşeyim.

Yine dururuz aşka, şiirlere ve şarkılara…

Ve içimde biriktirdiğim özlemle birlikte küsüp, gitmemesini dilemekten başka elimden bir şey gelmiyor şu anda…

Özledim seni mavi ruhum.

Hadi bir daha soralım o mühim soruyu kendimize…

Ruhumuza nasıl olduğumuzu soralım yeniden.

Nasılsın ruhum?

Bilmiyorum ki…

Kendi içinde yanıp, tükenen…

Ama yardım beklentilerini acizlik, bir zayıflık gibi gören, dışarıya her şeyi güllük gülistanlıkmış gibi gösteren memleketin hali gibi.

İyiyiz herhalde..!

Başak KARATEPE


Yazarımızın diğer yazıları:


Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.