Başak Karatepe

Başak Karatepe

22 Ağustos 2021 Pazar

İyiyiz herhalde..!

İyiyiz herhalde..!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

O kadar karmaşık ve her şeyin üst üste geldiği bir dönemden geçiyoruz ki…

Felaket üzerine felaket yağıyor âdete. Ufak bir iyi habere hasret kaldık.

Kazandıklarımız, edindiklerimiz, ilerletebildiklerimiz, geliştirebildiklerimiz değil koruyabildiklerimize seviniyoruz artık.

Orası yıkılmamış, burası yanmamış ah ne güzel..!

“Bu da geçer” diye diye bu da geçer diyecek halimiz kalmadı.

“Dur bakalım daha ne olacak” diyerek bekliyor…

Elimiz kolumuz bağlı izliyoruz olup bitenleri, bitmeyenleri ve bir türlü bitmek bilmeyenleri…

Pandemi, yangınlar, seller, yitip giden canlar, ormanlarımız, oksijenimiz, iklim krizi, kuraklık, mülteciler, doğal olmayan el yapımı afetler…

Bunlarla birlikte gelen ekonomik kriz…

Saymakla bitmiyor.

Sahi sırada daha ne var?

Öyle ki uzaylılar istila etmiş deseler şaşırmayacağız. Hoş gelmişler, beş gitmişler. Mümkünse giderlerken bizi de alıp götürsünler belki oralar daha sakindir. Kafamızı dinleriz biraz.

Nasılsın sorusuna bile nasıl cevap vereceğimizi bilemez olduk.

Çaresizce mücadele eden, acılar içinde ne yapacağını şaşırmış bir halk ve yorgun, psikolojisi bozulmuş bir millet.

Zorla izlettirilen ve sezon finali bir türlü gelmek bilmeyen bir dizi film içerisinde, sezon finalinin gelmesini dört gözle bekler durumdayız.

Gelse de bir rahatlasak, soluklansak.

Şu sağduyululuk denilen şey, birtakım insanlar arasında dolanıp duruyormuş gibi geliyor bana.

Hani diyoruz ya iyilik bulaşıcıdır diye, sağduyu da bulaşıcı olsa keşke…

Bir grup insana bakıyorum da…

Sanki hiçbir şey yaşanmıyormuş gibi. Vur patlasın, çal oynasın. Dünyanın sonu gelse umurlarında olmayacak sanki.

Kıskanayım mı yoksa kızayım mı bilemiyorum.

Kıskanmıyor da değilim hani.

Son zamanlarda izlediğim her şey, aldığım her haber beynimi uyuşturuyor adeta.

Birkaç duruşmadan sonra serbest bırakılan kadın katilleri, çocuk sapıkları, sapkınlar…

Dışarıda ellerini kollarını sallayarak Fink atarken…

Ormanlarının daha fazla yanmaması, beyaz et diye nitelendirilen nice canlının acılar içinde tükenmemesi, varını yoğunu kaybeden onca insanın daha fazla çoğalmaması, “yeter artık nasıl bitiyorsa bitsin, son bulsun bu işkence düşüncesiyle” yardım beklentisi ve isteğinde olan insanlar vatan haini ilan edilerek soruşturma başlatılıyor.

Vatanımızı seven onca insan olarak…

Vatanımızın haini ilan ediliyoruz.

Nazım Hikmet’in “Vatan Haini” şiiri geliyor aklıma…

Ormanlarımız yanarken türlü bahanelerle kaldırılmayan yangın filo uçakları, kendi ülkesinin sesine kulak vermeyen başka ülkelerin yardım çağrılarına koşturan bir hükümet, Somali’ye karşılıksız verilen hibeler… Bununla birlikte yangın ve afetler için halktan istenilenler… IBAN’lar…

Kendi ülkemizin Somalilisi bile olamadık..!

Varını yoğunu kaybetmiş insanlara “keşke bizimde evimiz yansaydı diyeceksiniz” söylemleri…

Kafamıza çay fırlatmalar…

Kafamıza diyorum çünkü kendi kafama yemiş kadar hissettim.

Olur, tabi neden olmasın.

Hararetimizi alır belki…

İki çay biri açık olsun.

Tüm bu yaşanılanlar kendi ülkemizde sahipsiz ve sığınmacı gibi hissettiriyor.

Hesler, kömür madenleri, maden ocakları….

Göz göre göre yapılan hatalı yapılaşmalar…

Rant uğruna kendi doğamızın ve yaşam alanlarımızın katili oluyoruz.

Hesabını bile soramıyoruz bunların doğru düzgün.

Olur, olur ya vatan haini ilan ediliriz yine.

Vatanına sahip çıkmanın adı vatan hainliği oldu bu devirde.

Kendimize üzülmeyi bıraktık Afganistan’a üzülüyoruz şimdi. Yaşayan bir ölü olmaya mahkûm edilmiş kadınlar, çocuklar…

Ecelini bekleyen ve onları ölüme terk eden, can havliyle kaçışan, uçağın kanadına binip otobüste yolculuk yapar gibi yolculuk yapabileceğini uman, korkudan ne yapacağını şaşırmış bir dolu insan.

Bir dolu cahillik…

Bir dolu acı.

Afganistan’a bakarak halimize şükrediyoruz.

İyi ki doğmuşsun Atatürk.

İyi ki… İyi ki… İyi ki…

Eğitim şart diyoruz.

Eğitim… Eğitim… Eğitim diyoruz da…

Kim takar eğitimi?

Cahillik, bencillik, vurdumduymazlık daha çok para ediyor bu devirde.

Ah Atatürk yattığın yerden kemiklerin sızlıyor mu?

Boğsak‘tayım.

Yanan dağlar ve yanmış ağaçların manzarası eşliğinde 3-5 bir şey içiyor, esnafla sohbetler ediyorum.

4-5 gün hiç durmadan yanmış buralar. Sahile yakın kısımda birazcık yeşillik alan, diğer yerler koyu kahverengi. Evimin balkonuna çıktığımda bile daha çok yeşillik görüyorum buralardan.

Konuştuğum herkes aynı şeyi söylüyor “3-5 sene sonra buralara 5 yıldızlı tatil köylerini dikerlerse hiç şaşırmayın. Ah yaktılar bütün her yeri. Burada ki güzellik başka nerede var..!”

Bizlerde tatil yapmaya gideriz artık. Yaşanılan her şeyi unutarak. Nasıl olsa balık hafızalıyız.

Denize giren ve sahilde yürüyüş yapan insanlar…

Hayat bir şekilde devam ediyor. Yanan dağlara ve ağaçlara bakarak denize girmek içimden gelmiyor. Biraz yürüyüş yapıp, denize girmeden Mersin’e geri dönüyorum.

Daha önce görmüş olduğumuz onca güzelliği bir daha göremeyecek olmanın üzüntüsü vuruyor içime. Uzmanlar 50-60 yılda ancak toparlayacağını ve canlıların yeniden yaşayacağını söylüyor.

Bizim bir daha görebilme şansımız yok. Belki çocuklarımız görür, belki de torunlarımız.

Tabi o da bir daha yanmazsa…

Aynı şeyler bir daha yaşanmazsa..!

Son zamanlarda neden paylaşım yapmadığımı merak edenler olmuş. Onca şey yaşanırken içimden paylaşım yapmak gelmedi açıkçası. Tanıdığım ve birebir tanımasamda sosyal medyamda bir şekilde bağlantım olduğu insanlar yardım çağrılarında bulunurken paylaşımlar yapmak pek doğru olmazdı. Hikayelerden yaptım paylaşımlarımı ve onun dışında birkaç paylaşım…

“Işığa doğru” çünkü bolca ışığa ihtiyacımız var.

Her şeyi yiyip, yutmuşuz, halletmişiz gibi başkalarının cinsel eğilimlerine, özel yaşamlarına müdahale etmeye… Başarılarını onaylayıp, onlar adına sevinmek yerine kirletmeye çalışıyoruz.

Sana ne… Ona ne… Buna ne…

Bu dünyada kötü olan ne yaşıyorsak hepsi sevgisizlikten, bencillikten.

Bırak sevsinler insanlar birbirlerini her ne şekilde olursa olsun.

Ne zaman öğreneceğiz birbirimiz adına sevinmeyi?

Ne zaman öğreneceğiz birbirimiz adına yaşamayı?

Ne zaman öğreneceğiz birbirimiz olmazsa hiç birimizin olamayabileceğini?

Ne zaman öğreneceğiz biz olmayı?

Zor bir soru değil mi?

Bir şaman öğretisi der ki…

Doğada hiçbir şey kendisi için yaşamaz.

Keşke birazcık olsun örnek alsak şaman öğretilerinden ve bunun gibi nice öğretilerden.

Bir şeyleri öğrenmek için illaki yaşamak gerekmiyor ama insanoğlu başına birebir gelmeden hiçbir şeyden ders almıyor.

Çok kısa bir süre öncesine kadar maviliklerimi giyinip, kuşanmış… Mavi bir ruhun peşinde bir oradan bir buraya dolaşan bir gezgindim.

Kâh bir ada oluyor, kâh bir deniz, kâh bir gökyüzü…

Şiirlerde, şarkılarda aşka duruyordum yeni kitabımın hazırlığında.

Şimdilerde içimde tuttuğum o alabildiğine engin mavi ruh bir türlü bitmek bilmeyen isyan nöbetlerinde…

Gitme diyorum ona…

Sabret biraz, bekle sakinleşeyim.

Yine dururuz aşka, şiirlere ve şarkılara…

Ve içimde biriktirdiğim özlemle birlikte küsüp, gitmemesini dilemekten başka elimden bir şey gelmiyor şu anda…

Özledim seni mavi ruhum.

Hadi bir daha soralım o mühim soruyu kendimize…

Ruhumuza nasıl olduğumuzu soralım yeniden.

Nasılsın ruhum?

Bilmiyorum ki…

Kendi içinde yanıp, tükenen…

Ama yardım beklentilerini acizlik, bir zayıflık gibi gören, dışarıya her şeyi güllük gülistanlıkmış gibi gösteren memleketin hali gibi.

İyiyiz herhalde..!

Başak KARATEPE


Yazarımızın diğer yazıları:


Devamını Oku

Sizin haberiniz yokken

Sizin haberiniz yokken
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Siz bilmezsiniz…

Ben hep sizinle konuştum

Görmediler sizi, göremediler

Deli sandılar beni

Hâlbuki ben hep sizinle konuşuyordum

Sizin haberiniz yokken.

Ben hep size yazdım, size çizdim.

Akla hayale gelmeyecek yerlerde gezindim sizinle

Bir çocuğun gülüşü, gözlerindeki ışıltı olabilmek için

Sizinle koşturdum etrafta deliler gibi

Deniz kaplumbağalarını kurtardım sizinle

Yok olmaya yüz tutan.

Kâh çıktım gök kubbenin tepesine

Kâh indim yerin kaç bin kat dibine

İzin verdim beni kırıp, incitmenize

Size küsüp, sırtımı döndüm

İçim elvermedi bırakıp, gitmeye

Dönmekle kaldım sadece

Size kızıp, kötü sözler söyledim…

Ağıza yakışmayacak.

Kavgalar ettim sizinle

Ama… Sizden daha çok üzüldüm.

Kızgınlığıma ve size sarf ettiğim kötü sözlere

Uykularım kaçtı

Sabahı sabah ettim sizinle

Ve kızdığımdan daha çok teşekkür ettim size

Sizin haberiniz yokken.

Sizinle şarkılar, türküler söyleyip

Sizinle dans ettim

Sizinle gülüp, sizinle ağladım

Sizinle deniz kenarında bir bankta oturup,

Başımı omzunuza yaslayıp,

Sesinizden şiirler dinledim,

Sizin haberiniz yokken.

Bir kitabın ruhuna aşık oldum.

Ruhum diye seslendim ona

Sizinle yazmaya başladım yeniden

İlham oldu kelimeleriniz

Belki yüzlerce, binlerce defa

Kullandım onları her cümle, her yazımda

Buram buram siz koktum her satırımda

Sizin haberiniz yokken.

Bir kitap yazmaya başladım.

Her bir kelimesi içimi yakarken ince ince

Her bir harfi damıtırken içime gözyaşlarını

Kursağım olurken düğüm düğüm

Dur diyen iç sesimle savaştım

Sizinle yaşamayı seçtim

Ve yaşadım doyasıya

Sizin haberiniz yokken.

Gök kubbenin tepesinden atlayıp,

Denizlerde boğuldum sizinle

Efsane olup, bir adaya dönüştüm.

Hani o küçük gibi görünüp,

Ulu bir dağın zirvesi olan ada…

Ben hep sizinle yaşayıp, sizinle özledim.

Size özledim, sizi özledim.

Sizin haberiniz yokken.

Sayısını hatırlamadığım kadar güneş doğurdum en parlağından…

Gecenin alacakaranlığını yarıp, aydınlatan dolunayı

Ve denize vuran yakamozları izledim sizinle

En nadide bulunan baharın çiçeklerini kokladım.

Bir bahar şarkısı dinledim sizinle, bahara özlemle…

Unutursun diyen aşkına vefasız bir türküye isyan ettim.

Gitme dedim ona…

Nereye gidiyorsan, al götür beni de yanına…

Unutulmasın aşıklar, bitmesin bu rüya.

Mevlana ile Şems oldum

Yükseldim aşkın doruklarına

Yandım, kül ola ola

Aşuk ile Maşuk oldum

“Ben” derken “Sen” oldum bir anda

Ve öğrendim sevginin sınır tanımazlığını

Ben hep sizi dolu dolu yaşadım.

Sizin haberiniz yokken.

Hatta…

Bununla da kalmadım.

Daha da ileri gittim.

Tuttum, sizi sevdim.

Sizin haberiniz yokken.

Siz bilmezsiniz…

Ben bunları hep sizinle yaşadım.

Sizin haberiniz yokken.

Başak KARATEPE


Yazarımızın diğer yazıları:


Devamını Oku

Bırakalım özgür kalsın düşünceler

Bırakalım özgür kalsın düşünceler
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Hadi bir renk söyle bana
Sen beyaz de, ben kara
Sen turuncu de, ben mavi
Sen kırmızı de, ben yeşil
Sen sarı de, ben mor
Ne söylersen zıttını söyleyeyim sana
Bilirsin severim inatlaşmayı

Rengarenk bir resim çizelim seninle
Tezatlıklardan oluşan uyumun içinde

Kız bana fırlat fırçaları
Bende sana boyaları
İtişip kakışalım biraz
Her yer boya içinde
Ben sana bakayım, sen bana
Tutsun bizi bir kahkaha
Gözlerimiz parlasın
Ruhumuz renk saçsın

Hadi gel…
Napoliten bir ezgi eşliğinde dans edelim kelimelerle…
Nostaljik bir esintiyle birlikte.
Sen başka anlamlar yükle, ben başka
Bırakalım özgür kalsın düşünceler
Sen o tarafa git, ben bu tarafa
Korkma birbirimizi kaybederiz diye
Nasıl olsa buluşuruz bir şekilde

Başak KARATEPE


Yazarımızın diğer yazıları:


Devamını Oku

Peki, siz hiç sessizliği dinlediniz mi?

Peki, siz hiç sessizliği dinlediniz mi?
1

BEĞENDİM

ABONE OL

.

Bazen bir kitap çıkar karşınıza ve o kitabın ruhuyla, kitapta okuduğunuz her kelime ve satırda bir bütün olursunuz.

O ruhun söylediği her kelime ayrı bir öğreti haline gelir size…

Bilmediğiniz kelimeleri araştırır, yüzeysel kalmamak için bildiklerinizin ise derinliğine inersiniz o ruhu daha iyi anlayabilmek ve kavrayabilmek için…

Ve başlar yolculuğunuz.

Tutar elinizden o ruh daha önce hiç yaşamadığınız bir deneyim yaşatarak, sürükler sizi uçsuz bucaksız hayallerin ve rüyaların alemine…

Başka bir boyutta yaşarsınız onunla

Kah deniz olursunuz, kah gökyüzü

Kah güneş olursunuz, kah dolunay

Kah gece olursunuz, kah gündüz

Kah Aşuk olursunuz, kah Maşuk

Kah Mevlana olursunuz, kah Şems

Bütün duvarları yıkarak ve aşarak yaşarsınız onunla birlikte sınırların ötesinde…

.

Böyle bir kitap ve ruhla karşılaştım.

Daha doğrusu evren o kitabı ve ruhu bana gönderdi.

Ben farkında olmadan ona gittim ya da o bana geldi.

Öyle bir şey işte…

Ve itiraf etmeliyim ki…

Bir şekilde yollarımın kesişmiş olduğu beni yer yer içimdeki en dibe, en kömürümün karasına sürükleyip, kendimle yüzleşmemi ve uykusuz gecelerime sebep olurken…

Bir yandan beni alıp bambaşka diyarlara götürerek, beni masalların ve efsanelerin öznesi yapan o ruhu kaybetmekten her kelimesinde hep çok korktum…

Ve kıskandım onu okuyan diğer kişilerden…

Hangi kitap mı?

Söylemek istemiyorum, paylaşmak istemiyorum onu sizlerle…

O ruh hep bana kalsın istiyorum.

Hep benimle birlikte…

Sizin bir kitabı bitirdiğinizde kitapla birlikte size gelen o ruhla bağlantınızın kesileceğini düşünerek, o ruhu kaybetme korkusuyla, o kitabı bitiremediğiniz ve bitirmek istemediğiniz hiç oldu mu?

Sizin bir kitabın ruhuyla hiç bağlantıya geçtiğiniz oldu mu?

Sizin hiç kelimeleriniz lal oldu mu?

.

“Hamuş” dermiş Mevlana kendine…

Yani “Suskun”

Hiç merak ettiniz mi?

Namı dünyayı sarmış, işi gücü ve bütün varlığı kelimelerden oluşan…

50.000’den fazla muhteşem dizeye sahip bir şairin, neden kendine suskun adını verdiğini?

Neden Mesneviliğin ölümsüz eserinin “b” harfiyle…“Bişnev” ile…

Yani “Dinle” diyerek başladığını..?

Bu bir rastlantı olabilir mi?

Peki, siz hiç sessizliği dinlediniz mi?

Sahi sessizlik dinlenebilir mi?

Hâlbuki ne çok şey söyler sessizlik dinlemesini bilene.

Ne çok hakikat gizlidir içinde…

.

Dünya ve nesnel olan her şey sınırlıdır.

Ya ruh ve hayaller?

Sınır koyabilir misiniz onlara?

Zincire vurabilir misiniz?

Kelepçe takabilir misiniz bileklerine?

Tasma geçirebilir misiniz boynuna?

Hapsedebilir misiniz onları bir zindana?

.

Yaşamın öznesi nedir diye soracak olursanız…

Hissetmek derim.

Alabildiğine ve olabildiğine…

Hissetmek…

Ne var ne yoksa bütün benliğinle…

Bütün kâinatı hissedebilmek.

Hissedebilmek kâinatın o dur durak bilmeyen, düzenli atan kalp atışlarını.

Kâinatın ayrılmaz bir parçası ve onunla bir bütün olduğunu bilerek.

.

Cesaret dediğimiz şey kendimizi kandırmamız değildir belki.

Bize gelen o ruhu bir hediye/ödül olarak görüp, teşekkürlerle kabul etmektir…

İzin vermektir o ruha ve sınırsızlığa…

İzin vermektir sizi çıkaracağı sınırsız yolculuğa…

Ve izin vermektir yaratıcılığınıza…

Ateşe ve suya…

.

Ben kırmızıydım… Yani ateş.

Yer yer kahkahaları, gözyaşları, arzuları ve öfkesiyle sınır tanımayan deli bir sarı.

Ama sen hep maviydin…

Alabildiğine mavi…

Masmavi…

Ve sonra maviye boyandı sınırsızlığım.

.

Teşekkür ederim ruhum, bana gelerek onca eşsiz ve paha biçilemez deneyimi yaşattığın için.

Teşekkür ederim ruhum her kelimende bana öğrettiğin onca şey için.

.

Susma ruhum, konuş benimle…

Küsme benimle…

Bana yine bir şeyler söyle

Yine tut ellerimden

Götür beni uçsuz bucaksız hayaller âlemine…

Seninle anlam buluyor kelimelerim.

Seninle şekilleniyor hikâyem

Her söylediğin kelime, söz

Başka bir forma dönüşüyor düşlerimde

Yazılara dökülüyor sayende

Bir kitap işliyorum ilmek ilmek

Belki ileride bir oyuna dönüşecek

Şiirlerle, şarkılarla, danslarla

Kendine yeni bir form bularak yaşam bulacak nesnellikte…

***

Yazmak için her şey ilham olabilir insana

Kimileri ilham der, kimileri ruh

Bazen bir kitap

Bazen bir insan

Bazen bir kuş

Bazen bir renk

Bazen bir güneş

Bazen bir yıldız

Akla gelen ve hissedilebilen ne varsa

Ama illede hayal gücü ve duygu

Kaptırabilmek gerekir kendini kelimelerin hülyasına

Yaşayabilmek gerekir onları korkusuzca

Sancıları hissedebilmek bir doğum edasıyla

Ve raks etmek kelimelerin coşkunluğunda

Bazen bir yel eser

Salıverirsin kendini bir tüy edasında

Kaptırıverirsin o düş rüzgârına

İnci taneleri gibi dökülüverir kelimeler

Sözcük öbekleri oluşturuverir o anda

Dalıverirsin hülyalara…

Bir bakmışsın koca bir derya

İçinde yüzerken bulursun kendini

Yeni kitap hazırlığında…

Bir deneme…

.

Başak KARATEPE


Yazarımızın diğer yazıları:


Devamını Oku

Gönül bağı öyle bir şeydir ki…

Gönül bağı öyle bir şeydir ki…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bağlılık ile bağımlılığı birbirine karıştırmamak gerekir. Hem özgür olup hem de bağlı olabilirsiniz.

Arkadaşlık bağı, dostluk bağı, aile bağı…

Bunların hepsini kapsayan en yüce duygu ise gönül bağıdır.

Yıllarca hiç görüşemediğiniz bir dostunuzla bile gönül bağınız devam edebilir. Sizden kilometrelerce uzakta biriyle, oturup bir kere sohbet ettiğiniz bir insanla, yollarınızın bir şekilde kesişmiş olduğu biriyle gönül bağı kurabilirsiniz.

Kendinize yakın hissedersiniz çünkü…

Benimser… Seversiniz…

Gönül bağı nesnel bir şey değildir ve sınırı yoktur.

Ruhani ve insana güç veren, yalnız hissettirmeyen çok özel bir duygudur.

Rastlantılara pek inanan biri değilim ama hayatın akışına inanırım. Bu akış içerisinde karşımıza çıkan her şeyin bir sebebi olduğuna…

Kimisi alır bizi ve karşımıza bambaşka kapılar açılır. Kimisi öğretilerle doludur. Kimisi derstir bize…

Hepsi de benliğimizi bir üst seviyeye geçirebilmek, taşıyabilmek için çıkmıştır karşımıza.

Evren sürekli olarak bizlere mesajlar verir ve önemli olan o mesajları okuyabilmektir.

O yüzden yüzeysellikten daha çok derinliği…

Tenselden daha çok ruhsalı sevmişimdir.

O yüzdendir sanata, felsefeye, insana, doğaya, Mevleviliğe, sofizme olan merak ve ilgim.

***

Bazen gönül bağı kurduğumuz insanlarla aramızda yanlış anlaşılmalar ve sürtüşmeler olabilir. Bu onları sevmediğimizden ileri gelmez.

Bazen yaptıklarına o kadar çok sinirleniriz ki çıkar ağzımızdan bir söz.

Bazen de şaka yaparsınız ciddiye alınır… Hâlbuki karşınızdaki o güne kadar nice şakalar, imalar yapmıştır da… Unutur birden.

Derler ki…

Bir yerde sürekli anlaşma varsa orada bir problem vardır. Çünkü bir taraf ya sürekli alttan alıyor, içine atıyor… İlişkiyi sürdürebilmek ve kendisi olduğunda ilişkinin bitebileceği düşüncesi/endişesiyle o ilişkide kendini gerçekleştiremiyor demektir.

Ya da en kötüsü de umursamıyordur.

Kimse umursanmamayı istemez sanıyorum.

Bazen kendimize yakın hissettiğimiz insanlarla daha çok sürtüşme yaşarız. Başkalarının yaptıklarını umursamayız amaaaannn deyip geçeriz de… Sevdiklerimizin söylediği bir söz bir davranış içimize oturur. Bu sevgisizliğimizden değil aksine onları ciddiye aldığımız ve sevgimizden ileri gelir.

Ayrıca tartışmanın olduğu yerde gelişme vardır.

Kavgadan bahsetmiyorum.

Yaşam yalnızca mutluluktan ibaret değildir ya da mutsuzluktan… Mutlulukla mutsuzluğun o uç sınırları içerisinde onlarca duygu ve duygu geçişleri bulundurur.

Sürekli olarak mutlu olduğunuzu düşünün. O mutluluk stabil hale döndüğü için bir süre sonra mutluluğunuz mutsuzluğunuza dönüşmeye başlar. O yüzden inişler çıkışlar olmalıdır ki mutluluğun da bir kıymeti olsun.

İlişkiler içinde geçerlidir bu durum.

***

Gönül bağı öyle bir şeydir ki… Gecenin bir vakti ya da kendinizi en yalnız hissettiğiniz anda geliverir aklınıza… Merak edersiniz. Şu an ne yapıyordur, nasıldır, iyi midir?

Yoklarken bile varlardır aslında bizlerle…

Ve düşünüldüğümüzü bilmek güzeldir, insana manevi güç verir. İnsan böyle birşeyi neden yıkmak istesin ki..?

Hem bir şeyi yıkmak, ezip geçmek kolaydır ama aslolan onu yaşatabilmektir.

***

İçimde bir gram nefret ve kin taşımadım bu güne kadar. Nefretin ve kinin insanın ruhunda çok büyük bir ağırlık oluşturduğunu/oluşturacağını…

Başkalarına zarar verme düşüncesiyle insanın en çok kendine kötülük yaptığını ve ruhunda belki de onarılması imkansız yaralar açtığını bilirim.

Onun yerine o ağırlığı taşıyacağıma, boşaltmayı ve evrene bırakmayı tercih ederim.

İnsanın doğası temel olarak sevgiden oluşmuştur. Bir bebeği düşünün… Kin ve nefret görebilir misiniz?

İstediklerine ulaşabilmek için ağlayıp, zırlarlar…

İstediklerine ulaşınca ve gazını da aldığınızda bakarlar gözlerinize parıl parıl parlayan gözleriyle sevgi dolu ve masum.

Biz yetişkin insanlarda benzeriz aslında…

Hele benim gibi hala içinde büyümemiş, delidolu, çılgın, asi, bazen sağı solu belli olmayan, yer yer şımarık ve hala kendini prenses olarak gören…

Küçük bir kız çocuğu taşıyorsanız içinizde bu daha çok geçerlidir.

Bu yüzdendir kıskanışlarım, yer yer çocuksu kaprislerim.

Bana istediğimi verin, biraz da gazımı alın… Bakın görün nasıl tatlı mı tatlı bir insan haline dönüşüyorum.

Hepimiz için geçerli değil midir zaten bu?

İçimizdeki çocuğu büyütürsek tadı tuzu kalır mı hayatın?

İçinde kötülük biriktirenlerden bahsetmiyorum.

Onları iyileşmesi gereken hastalar olarak nitelendiriyorum ve kimsenin durduk yere kötülüğe, kine, nefrete yönelmediğini… Bunun altında yatan psikolojik nedenlerin sebeplerinin incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Kötülük, alt yapısında psikolojik sorunların yattığı bir rahatsızlıktır benim zannımca…

***

Gönül bağı çok kıymetli/değerli birşeydir.

Öyle parayla satın alabileceğiniz birşey değildir bu.

Birine istediğiniz kadar para verin o duygu yoksa gönül bağı kuramazsınız. Size olan bağlılığı verdiğiniz para kadardır ya da o para tükenene kadar. O yüzden gönül bağı kurduğunuz ya da sizinle bu bağı kuran insanların kıymetini bilin.

Gönül bağı uzaklık ya da kilometreler dinlemez.

Uzağı birden yakın eyler.

Öyleyse diyelim ki…

Daha aşılacak çok yolumuz, gidilecek çok yerimiz, öğrenilecek çok şeyimiz var.

Bu yollar sensiz de geçilir ama…

Bu yollar seninle güzel.

Başak KARATEPE


Yazarımızın diğer yazıları:


Devamını Oku